3 Şubat 2021 Çarşamba

Kainatın İncisinden…

 


Allah Resûlü (s.a.v) Hadis-i Şerifte şöyle buyuruyor:

“Kimin derdi ve gayreti dünya için olursa, Allah onun işini aleyhine darmadağın eder, meşguliyetini çoğaltır, fakirliği gözlerinin önüne koyar, (ve ne kadar çabalarsa çabalasın onun iki yakasını bir araya getirmez) dünyadan eline geçen miktar ise kaderinde yazılandan fazla olmaz.

Kimin de derdi, gayreti ve kaygısı ahiret için olursa, Allah, onun (dağınık) işini lehinde toplayıp düzeltir, kalbini zenginleştirir, (iki yakasını bir araya getirir ve) kendisi yüz çevirdiği halde dünya nimetleri ona koşarak (kendiliğinden) gelir.”

Kaynak: Tirmizi, Kıyamet 30; İbn Mace, Zühd 2. İbrahim Canan, Kütüb-i Sitte Tercümesi, hadis nu: 7245

Bırak O Kapı Hep Açık Kalsın..

 


Eski zamanlarda bir zat, seyahati sırasında çok ilginçbir olaya şahid olur..

Çölde, eşkiyaların bir kervana saldırdıklarını, ne var ne yoksa zorbaca gasbettiklerini korkuyla seyreder uzaktan.. Biraz sonra bakar ki, soygun yapan eşkiyaların reisi bir kenarda abdest alıp,namaza duruyor..…

Adam hayretlerdedir… Dayanamaz, namazdan sonra yanına varır ve sorar: “Merak ve hayretler içindeyim” der.. “Yaptığın iş zalimce ve haram.. Günahlar içindesin.. Sonra da kalkıp, o yaptıklarını men edenin huzuruna varıyorsun!

Bu nasıl iştir?

” Eşkiyaların reisi olabildiğince hüzünlü, şu ilginç ve ibretli şu cevabı verir:

“ Ey yolcu! Ben yıllardır şeytana ve ayartıcı benliğime uyarak, Rabbimle aramda faraza 100 kapı varsa, 99unu kapattım.. İstiyorum ki hiç değilse BİR KAPI AÇIK KALSIN!”

Aradan zaman geçer, o zatın yolu, nasip olur Kabe’ye düşer… Tavaf esnasında bir de bakar ki, yıllardır hiç unutamadığı o eşkiya reisi de orada!.. Kabe’ye sarılmış, huşu ile dua etmekte, hıçkırıklarla ağlamaktadır.. Yine hayretlerdedir o zat..Yanına varır selamlar onu,kendini tanıtır ve sorar:

“Oradan buraya… Nasıl oldu bu iş? Nedir bunun hikmeti?

”Tebessüm eder tövbekar adam ve ışıl ışıl gözleri,boynu bükük der ki:

“Sana demiştim ya hani; hiç değilse BİR KAPI AÇIK KALSIN O’nunla aramda..İşte ben, tüm acizliğim ve samimiyetimle o kapıyı hep açık tuttum.. Rabbim de rahmetiyle, muhabbetiyle lutfetti tüm kapıları açıverdi ,O’nun atasına hudud mu var?

” Evet efendim bu kadardır ol hikaye..

Unutmamali ki insan, içinde fücurun da potansiyelini barındırır, takvanın da… Kötülüğün de, Allah’a yakınlığın vereceği erdemlerin de..

Çağımız cazibedar fitne asrı.. Nefis ve şeytan daim günahlara sevketmede insanı.. Ve insan çok zayıf, çok aciz.. Hata edebilir, günah işleyebilir.. Her ne durumda ve konumda olursa olsun, insan hiçdeğilse bir kapıyı, namaz kapısını daim açık bırakmalı..

“Ben günahlar içindeyim, o huzura nasıl varırım?..”dememeli asla..Samimi olsun yeter ki, bir süre sonra kıldığı namaz,onu kötülüklerden alıkoyacaktır.. Sakın deme:

“Ben çok günahkarım, kıldığım namaz olmaz!” İnatla devam et.. Bırak hep açık kalsın o kapı.. Sonra O, işini bilir..

HZ. ÖMER’İ (R.A.) TESİRİYLE YATAĞA DÜŞÜREN AYET…

 

HZ. ÖMER’İ (R.A.) TESİRİYLE YATAĞA DÜŞÜREN AYET

Kur’ân-ı Kerîm, sır ve hikmetlerini “takvâ ehli”ne açar. Nitekim âyet-i kerîmede şöyle buyrulmaktadır.

“O kitap (Kur’ân); onda asla şüphe yoktur. O, müttakîler (Allah korkusuyla haramlardan sakınanlar) için bir yol göstericidir.” (el-Bakara, 2)

Bu sebeple Kur’ân’ı en iyi idrâk edenler, takvâ üzere yaşayıp gönül­lerine seviye kazandırabilenlerdir. Herkes aynı rahle önünde diz çöküp Kur’ân okusa, herkes kalbinin seviyesi nisbetinde Kur’ân’dan istifâde eder.Bu hususta Hazret-i Ömer -radıyallâhu anh-’ın şu hâli, ne kadar ibretlidir:

Bir gün Hazret-i Ömer -radıyallâhu anh-, bir evin önünden geçerken, hâne sahibi­nin, evin dışına taşacak kadar yüksek sesle Tûr Sûresi’ni okuduğunu işitti. Adam:

“Rabbinin azâbı hiç şüphesiz vukû bulacakır, onu defedecek hiçbir şey de yoktur.” (et-Tûr, 7-8) âyet-i kerîmesine gelince, Hazret-i Ömer -radıyallâhu anh- bineğinden indi, bir müddet duvara yaslanarak dinledi. Sonra bu âyetin îkâzındaki şiddetin tesiriyle evinde bir müddet hasta yattı.

İşte Kur’ân-ı Kerîm, kalbin seviyesi nisbetinde derinliğine dalınabilen uçsuz bucaksız bir okyanus gibidir. Nasıl ki yüzme bilmeyen biri, ancak sığ sularda kulaç atabilirken, mâhir bir dalgıç, denizin en derin yerlerine dalar; kıyıdakilerin göremediği, acâyip, garâip ve değişik manzaralarla bambaşka âlemler seyrederse, takvâ yolunda kalben merhaleler kat eden kimseler de Kur’ân’da pek çok hikmet tecellîleriyle karşılaşır, ondan gerçek mânâda feyz alırlar.

Kaynak: Osman Nûri Topbaş, İmâm-ı Rabbâni, Erkam Yayınları

31 Ocak 2021 Pazar

İLİM ÖĞRENEN KİŞİNİN RIZKI

 بِسْمِ اللهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ

      

Enes radıyallahu anh şöyle dedi:


“Nebî sallallahu aleyhi ve sellem zamanında iki kardeş vardı. Bunlardan biri (ilim öğrenmek için) Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’e gelir, diğeri de (geçimlerini temin için) çalışırdı. (Bir gün) çalışan kardeş, ötekini Nebi sallallahu aleyhi ve sellem’e şikâyet etti. Peygamber aleyhisselâm da:


“Belki de sen, onun yüzünden iş buluyor, rızıklandırılıyorsun” buyurdu. (Tirmizî, Zühd 33)


İLİM ÖĞRENEN KİŞİNİN RIZKINI ALLAH ÜSTLENİR


Birlikte yaşayan iki kardeşten biri, ötekine işinde ve sanatında yardım edeceği yerde Hz. Peygamber’in meclislerine devam ederek ilim öğrenmeyi yeğlemişti. Bu durum, bir süre sonra öteki kardeşin şikâyetlenmesine, bu şikâyetini Resûl-i Ekrem’e kadar iletmesine sebep oldu. Bu zat, kardeşinin de kendisi gibi çalışmasını, geçimlerine katkıda bulunmasını istiyordu. Bütün yükün kendisine kalmış olmasından yakınıyordu. Görünüşe göre de haklıydı.


Durumu öğrenen Hz. Peygamber, işin farklı bir yönüne dikkat çekerek:


- “Kimbilir, belki de sen, ilim peşinde olan o kardeşine de baktığın için iş buluyor, san’atını icrâ ediyor, böylece kazancın kolaylaşıyor, belki de sen ona değil, o sana bakıyor” buyurdu. Bu ifadesiyle Hz. Peygamber çalışmayı terketmeyi tavsiye etmiyor, aksine, ilmin geçime katkısının olmadığını sanmanın yanlışlığına dikkat çekiyor. Nitekim bir başka hadîs-i şerîfte de Resûl-i Ekrem Efendimiz:


“İlim öğrenen kişinin rızkını Allah Teâlâ üstlenmiştir” buyurmaktadır. Bir başkasında da:


“Kardeşinin yardımında bulunduğu sürece, Allah da kuluna yardım eder” denilmektedir.


Netice olarak, Allah kendisine güvenen kulunu mahrum bırakmaz, onu değişik şekillerde rızıklandırır. Tevekkülün karşılığı, sebepler dünyasında herhangi bir yolla, herhangi bir şekilde mutlaka görülür. Hadîs-i şerîfte bu yollardan birine işaret edilmektedir.


Durumun nezâketine uygun bir düşünceye sahip olmak gerek. Eskilerin “iyi düşün” diye yaptıkları ikazları, böylesi yerlerde insan, daha iyi algılayabilmektedir. “Güçsüz ve zayıflarınız sebebiyle rızıklandırılıyor ve destekleniyorsunuz.” hadîs-i şerîfi de [bk. 273 ve 274. hadisler] bu noktada daha bir netleşiyor. İlâhî yardım ve tecellinin bir çok yolu vardır. “Allah, akla hayâle gelmeyen yer ve yönlerden kullarını rızıklandırır.”


İlim öğrenmek, günlük geçim yönünden bir mahrûmiyet sebebi gibi görünse de, eninde sonunda onun bereketi kendisini gösterecektir. Hele bizler gibi “bilgi ve enformasyon (danışma) çağı”nı yaşayanlar, ilmin ne ölçüde bir rızık ve hâkimiyet vesilesi olduğunu çok daha iyi görecek ve anlayacaklardır.


HADİSTEN ÖĞRENDİKLERİMİZ


1. Dini öğrenmek, dine ve insanlara hizmet etmek için ilim yoluna düşenlerin geçimini Allah kolaylaştırır.


2. İlim ehline yardımcı olanlar, bunun karşılığını mutlaka görürler.


3. Kişi, bakımını üstlendikleri sebebiyle rızıklandırılır.


Kaynak: Riyazüs Salihin, Erkam Yayınları

14 Eylül 2020 Pazartesi

ALINDAN ÖPMEK VE EPİFİZ BEZİ.

 


Bu fotoğrafı gördüğümde çok şaşırdım ve duygulandım gözlerim dolu dolu oldu.

Ve ilk aklıma gelen Rasulullâh ﷺ Efendimizin çocuklarınızı alnından öpün tavsiyesi geldi.

Ve bu vesile ile bir kez daha modern tıp bu tavsiyenin de boşuna olmadığının altını çizmiş oldu belki bunu sünnet olarak yapmayanlar bir gün her sünnetin aslında insanlığa bir öğreti olduğunu anlamış olurlar.

Görmeden bilmeden yaptıklarımız bize aktarılan bu güzellikler bizim fıtratımızda yerleşmiş ama zamanla gelenekselleşmis ve gerçek mahiyeti unutulmuş gibi.

Bir bebek ve bir anne var burda ki resimde ve bu annenin bebeğini alnından öperken çekilen mr görüntüsü.

Alnınıza kondurulan bir öpücük kimilerine göre basit gelir ama inanılmaz derecede etkileri olabiliyor.

Yapması çok kolay denemek isterseniz hemen minik bir evlâd bulun ya da sevdiğiniz birinin alınına sevgi dolu bir öpücük kondurun bu size sıcak duygular hissettirmekle kalmayıp çok daha yoğun etkileri bulunmakta.

Bunun nedeni ise alnımız üçüncü gözün pineâl bezin bulunduğu yer olmasıdır.

Birini alnından öpünce aslında üçüncü gözlerini öpmüş oluyorsunuz.

Dudakların veya yanağın öpücüğünden farklı olarak bu daha samimi çünkü o kişinin ruhuna dokunup benliğine ulaşıyorsunuz.

Ve farklı duygulara geçiş yaşıyorsunuz.

Üçüncü göz varlıklarınızın derinliklerine açılan portaldır ve sizi ruhun en yüksek alemlerine götürebilir.

Bu uyanmayı temsil eder ancak aynı zamanda sizin de bir parçanızdır.

Doğduğumuz andan itibaren var olan ve hayatın bedeni bıraktıktan sonra da var olmaya devam eden görünmez bir varlığıdır.

Biri sizi alnınızdan öptüğünde içinizde derin bir aydınlanma hissi uyanır.

İyi geceler öpücüğünü alına kondursak uykuya kolay geçişi sağlıyor.

Aynı zamanda sizi güvenli ve mutlu hissettirir.

Ve annelere bir kaç tavsiyem eğer çocuklarınız sürekli ağlıyor huysuz ve sinirli ise sakinleşmesi için alnından sevgiyle bol bol öpün.

Çocuğun basireti açılır akli melekeleri açılır.

Hafızası güçlenir.

Zihni arınık olur.

Büyüme hormonu dengeli olur.

Moral ve motivasyonu tam yetkin olur.

Çocuğun benlik gelişimine katkısı olur.

Bilinç altı korkuları azalır.

Kendilerine olan özgüvenlerini yerine getirir hissettiği bu güven ve huzur sebebi ile de uyku verimi artar sözünüzüde dinler sizi üzecek bazı davranışları yapmazlar ve büyüdüklerinde başarılı birer birey olurlar biiznillâh.

Çünkü alnımızın tam ortası kişinin zihin odaklanma makamıdır.


Rasûl-i Ekrem ﷺ Efendimiz çoçukları her zaman anlından öpmüştür ve günümüz psikologları ve bilim insanları da aynen bunu onaylamaktadır.

İşte Efendimiz ﷺ bunu 1400 küsür yıl önce biliyor ve uyguluyordu yaptığı her işte binlerce hayır ve hikmet bulunan bir peygamberimiz var elhâmdülillah.

Sonsuz salât ve selâm o iki cihan rehberimizin ﷺ üzerine olsun..!


(Gül Ertaş.)

1 Mayıs 2020 Cuma

" KELİMÂT-I KUDSIYYE "



Tasavvuf terbiyesinin metodları ⤵️

🎀 HÙŞ DER-DEM ; Alınan her nefeste Gafletten uzak olmak..

🎀 NAZAR BER-KADEM; Yürürken bakışlarını ayağından ayırmamak.

🎀 SEFER DER-VATAN ; Beşeri sıfatlardan sıyrılıp ilahi sıfatlarla bezenmek.

🎀 HALVET DER-ENCÜMEN; Dışı halkla, içi Hak Teala ile beraber olmak..

🎀 YÂDKERD ; Allah 'ı zikrederken kalp ile zikretmek, zikri devamlı yapmak.

🎀 BAZGEŞT; Zikirden geriye dönüş .

🎀 NİGÂHDAŞT; Meşguliyet verecek düşünceden kurtulmak.

🎀 YADDAŞT; Allah'ı asla unutmamak. Zikrin meydana getirdiği mânevi uyanıklığı devam ettirmek..


🌸 Zikre devam eden sâlik, Kalbini daima Allah huzuruyla tutmalı,  daima kendisini huzurunda bilmeli, sürekli olarak kalp huzuruyla yaşamalıdır. 🌸

ÖLÜMDEN KİMLER KORKMAZ?

Allah’ın kavuşmayı sevdiği kimseler kimlerdir? Hak dostları ölümü nasıl karşılar? Ölümden korkmamak mümkün mü? Ölümden korkan ve korkmayan kimseler.
Mevlânâ Hazretleri buyurur:
“Oğul! Herkesin ölümü kendi rengindedir. Allâh’a vuslat olduğunu düşünmeden ölümden nefret edenlere ve ölüme düşman kesilenlere, ölüm korkunç bir düşman gibi görünür. Ölüme dost olanların karşısına da dost gibi çıkar.”
“Ey ölümden korkup kaçan can! İşin aslını, sözün doğrusunu istersen, aslında sen ölümden korkmuyorsun; sen kendi günah ve gafletlerinden korkuyorsun.”
“Çünkü ölüm aynasında görüp ürktüğün, korktuğun; ölümün çehresi değil, kendi çirkin yüzündür. Senin rûhun bir ağaca benzer. Ölüm ise o ağacın yaprağıdır. Her yaprak, ağacın cinsine göre vücut bulur…”
ALLAH’IN DOSTLARINA KORKU YOKTUR
Âyet-i kerîmede buyrulur:
“Bilesiniz ki, Allâh’ın dostlarına korku yoktur; onlar üzülmeyecekler de. Onlar îmân edip takvâya ermiş olanlardır.” (Yûnus, 62-63)
Nasıl ki Allâh’a îman edip takvâ üzere bir kulluk hayatı yaşayan mü’minlere kabirde ve kıyâmette korku ve hüzün olmayacaksa, fânî dünyaya vedâ ânı olan son nefeste de aynı hâl tezâhür edecektir. Zira ebedî âleme açılan ölüm kapısından, herkes mânevî durumuna göre geçecektir. Kimileri gayet kolay, kimileri ise zor ve meşakkatli bir sûrette…
Nitekim bir hadîs-i şerîfte şöyle buyrulmaktadır:
“Müslüman bir kimse âhirete yaklaştığı ve dünyadan ayrılma vakti geldiği zaman, ölüm meleği gelir ve başucuna oturur. Semâdan da melekler inerler; yüzleri güneş gibi parlaktır. Yanlarında Cennet kefenlerinden ve kokularından vardır. O şahsın önüne, baktığı yere otururlar. Ölüm meleği şöyle der:
«‒Ey huzura ermiş nefs! Rabbinin mağfiretine ve rızâsına kavuşmak için çık!»
O da bir su damlasının kaptan aktığı gibi kolaylıkla çıkıverir…
Fâcir (günahkâr) kimseye gelince; o da âhirete yaklaşıp dünyadan ayrılma vakti geldiğinde, ölüm meleği gelir ve başucuna oturur. Semâdan melekler inerler; yüzleri simsiyah ve ellerinde kıldan yapılmış, kaba ve sert giysiler vardır. Önüne, gözünün baktığı yere otururlar. Ölüm meleği:
«‒Ey pis ruh! Allâh’ın hiddet ve gazabına uğramak için çık!» der.
Ruh cesetten, kancalı ve çatallı bir şişin, ıslak yünün içinden çekilip çıkarılması gibi oldukça zor ayrılır. Onunla birlikte vücuttaki bütün damarlar ve sinirler de (sanki) kopar, (o derece ıztırap verir)...” (Bkz. Hâkim, Müstedrek, I, 93-95/107)[1]
CENAB-I HAKK’A VUSLAT
Demek ki ölüm; Allâh’ın müstesnâ bir ikramı olan ömür nîmetini nefsinin esiri, şeytanın oyuncağı olarak ziyan eden kâfir ve fâsıklara, kâbuslarla dolu bir azap yolculuğu olarak çıkacak, kabir onu karanlık bir zindan ve Cehennem çukurlarından bir çukur hâlinde karşılayacaktır.
Buna mukâbil, Allâh’ın emir ve nehiylerine riâyet edip nefsânî arzula­rını aşan mü’minlere ise son nefeste bir bayram huzuru ve mes’ûd bir vuslat heyecanı nasîb olacak, kabir onu Cennet bahçelerinden bir bahçe hâlinde karşılayacaktır.
Böyle sâlih kullar için ölüm, hayal ötesi güzellik ve idrâk üstü mükemmellik sahibi olan Rabbimiz’e vuslatın mecburî bir şartı olarak görülür. Böylece çoğu insanda soğuk ürpertilere sebep olan ölüm, gönüllerde “En Yüce Dost”a kavuşma heyecanına dönüşür.
KİM ALLAH’A KAVUŞMAYI SEVERSE
Nitekim bir defasında Resûl-i Ekrem -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz:
“Kim Allâh’a kavuşmayı severse, Allah da ona kavuşmayı sever. Kim de Allâh’a kavuşmaktan hoşlanmazsa, Allah da ona kavuşmaktan hoşlanmaz!” buyurmuşlardı.
Efendimiz’in zevcelerinden biri:
“–Yâ Rasûlâllah! (Ölümden hoşlanmama hâli de buna dâhil midir?) Hepimiz ölümü mutlak sûrette kötü görür, ondan hoşlanmayız!” dedi.
Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şöyle buyurdular:
“–Hayır, kastettiğim o değil. Lâkin kendisine ölüm geldiğinde mü’min; Allâh’ın rızâsı, cömertliği ve sonsuz ikramlarıyla müjdelenir. Artık onun için, önündeki şeylere kavuşmaktan daha sevimli bir şey kalmaz. Bu sebeple Allâh’a kavuşmayı ister ve sever. Allah Teâlâ da ona kavuşmayı sever.
Kâfir ise, ölüm kendisine gelince, Allâh’ın azâbı ve cezasıyla müjdelenir. Artık onun için, önündeki şeylerle karşılaşmaktan daha çirkin bir şey yoktur. Bu sebeple Allâh’a kavuşmaktan hoşlanmaz. Allah Teâlâ da ona kavuşmaktan hoşlanmaz!” (Buhârî, Rikāk, 41; Müslim, Zikir, 14)
Demek ki îman edip sâlih ameller işlemek sûretiyle bu dünyada ilâhî muhabbete mazhar olan kullar, son nefeslerinde Allâh’ın rızâsıyla müjdelenip O’na kavuşmayı cân u gönülden arzu edecekler, ölüm geçidinden de huzur içinde geçeceklerdir.
KULUN ALLAH’A GİDİŞİ
Emevî halîfelerinden Süleyman bin Abdülmelik, zühd ve takvâ ehli bir âlim olan Ebû Hâzim’e:
“–Allah Teâlâ’ya gidiş nasıl olacak?” diye sorar.
Ebû Hâzim -rahmetullâhi aleyh- şu cevâbı verir:
“–İtaatkâr bir kulun Allâh’a gidişi; evinden, ailesinden ayrı düşen bir insanın, onu iştiyakla bekleyen ailesine kavuşması gibidir. Ama âsî bir insanın Allâh’a gidişi ise, efendisinden kaçan bir kölenin yakalanıp tekrar ona dönüşü gibidir.”
Yani bu dünyada son nefesini îman selâmetiyle verebilme endişesi içinde yaşayan, asıl hayat olan âhirete hazırlığını ikmâl gayretinde bulunan bir kul için öbür dünyaya gidiş, âdeta gurbetten sılaya dönüş mutluluğudur. Fakat bunun aksine bu dünyaya gönderiliş gayesinden habersizmiş gibi nefsânî arzuları peşinde gününü gün eden, kimin mülkünde yaşadığını, nereden gelip nereye gideceğini düşünmeden ömür tüketen gafillere ise ölüm, ansızın başlara çöken korkunç bir felâket hâlinde tezâhür edecektir.
HÜKÜMDAR VE SALİH BİR KULUN AZRAİL (A.S.) İLE KARŞILAŞMASI
Vehb bin Münebbih -rahmetullâhi aleyh- bu hakîkatin bir misâlini şöyle anlatır:
Hükümdârın biri, bir yere gitmeye hazırlanırken üzerine giymek için sayısız elbiseler içinden en güzelini ve binmek için de birçok at içinden en gösterişli olanı seçti. Adamlarıyla birlikte ihtişam içinde, böbürlenerek yola çıktı. Yolda, üstü-başı perişan biri, atının yularına yapıştı. Hükümdar hiddetle:
“–Sen de kimsin, benim karşımda kim oluyorsun, çekil önümden!” diye bağırdı.
Adamcağız ise sakince:
“–Sana söyleyeceklerim var! Senin için çok hayâtî bir mesele...” dedi.
Hükümdar merakla karışık bir hışımla:
“–Söyle bakalım!” deyince, adam:
“–Gizlidir, eğil de kulağına söyleyeyim!” dedi.
Hükümdar eğildi, adam:
“–Ben Azrâil’im, canını almaya geldim!” dedi.
Hükümdar bir anda neye uğradığını şaşırdı, telâşa kapıldı, aman dilemeye başladı:
“–Ne olur biraz müsâade et!..” dedi.
Azrâil -aleyhisselâm- ise:
“–Hayır, sana müsâade yok. Ailene de ulaşamayacaksın!” dedi ve oracıkta hükümdârın canını alıverdi.
Daha sonra yoluna devam eden Azrâil -aleyhisselâm- sâlih bir mü’min kul ile karşılaştı. Ona selâm verdikten sonra:
“–Seninle bir işim var, bunu sana gizli söyleyeceğim.” dedi ve kulağına eğilerek kendisinin Azrâil olduğunu söyledi. Mü’min kul buna sevindi ve:
“–Hoş geldin, ne zamandır seni bekliyordum…” dedi.
Azrâil -aleyhisselâm-:
“–Öyleyse yapmakta olduğun işi tamamla.” dedi. Adam:
“–Benim en mühim işim, Allah Teâlâ’ya vuslattır.” dedi. Bunun üzerine ölüm meleği:
“–Hangi hâl üzere istersen, o hâl üzerinde canını alayım.” dedi. Adam:
“–Buna imkân var mı?” diye sordu. Melek:
“–Evet, senin için bununla emrolundum.” dedi. Adam:
“–Öyleyse abdestimi tazeleyeyim, namaza başlayayım ve başım secdede iken canımı al.” dedi ve öyle de oldu.[2]
Nitekim, son nefese hazırlanıp onu güzelleştirebilen Hazret-i Mevlânâ ve emsâli Hak âşıkları da, ölümü bir ayrılık ve hicran değil; mes’ud bir “şeb-i arûs” ve vuslat sevinci olarak telâkkî etmişlerdir.
Dipnotlar:
[1] Krş. Ahmed, IV, 287, 295; Heysemî, III, 50-51.
[2] Gazâlî, İhyâ, c. 4, s. 834-835, Bedir Yay. İst. 1975.
Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Hz. Mevlana, Erkam Yayınları

ZEKAT NEDİR, KİMLERE FARZDIR? ZEKAT VERMENİN ŞARTLARI NELERDİR?


Zekat nedir? Zekat kimlere farzdır? Kimler zekat verebilir? Zekatın geçerli olması için gerekli şartlar.
Zekât, dinen zenginlik ölçüsü kabul edilen miktarda (nisap) mala sahip olan kimselerin Allah rızası için muayyen kişilere vermesi gereken belli miktarı ifade eder. Zekâtın farz olması için şartlar; malların nisaba ulaşması yanında nâmî (üreyici/ artıcı) olması, sahip olunduğu andan itibaren üzerinden bir yıl geçmesi, bir yıllık borcundan ve aslî ihtiyaçlardan fazla olmasıdır.
Nisap, zekâtla yükümlü olmak için esas alınan zenginlik ölçüsüdür. Bu ölçü, altında 20 miskal (80.18 gr), devede 5, sığırda 30, koyun ve keçide 40 adettir.
Zekâtın kimlere verileceği Kur’an-ı Kerim’de ayrıntılı şekilde açıklanmış (Tevbe, 9/60), nisabı da hadislerde belirtilmiştir (Buhârî, Zekât, 32, 36, 38, 43). Buna göre temel ihtiyaçları dışında nisap miktarı mala sahip olan kişi diğer şartlar da yerine gelmişse bu mallarının zekâtını vermesi gerekir.
ZEKÂT KİMLERE FARZDIR? ZEKATIN GEÇERLİ OLMASININ ŞARTLARI NELERDİR?
Zekât ibadeti ile ilgili şartlar, zekâtın bir kimseye farz olmasının ve verilen zekâtın geçerli olmasının şartları şeklinde iki ayrı başlık altında ele alınır.
Bir kimseye zekâtın farz olması için o kimsenin Müslüman, akıl sağlığı yerinde, ergenlik çağına gelmiş ve hür olması bir yıllık borcundan ve aslî ihtiyaçlarından fazla hakikaten ya da hükmen artıcı, yani kazanç sağlayıcı nitelikte “nisap miktarı” mala sahip olması gerekir. Artıcı olmaktan kastedilen, malın sahibine gelir, kâr, fayda temin etmesi yahut kendiliğinden çoğalma ve artma özelliğine sahip bulunmasıdır.
Zekâtın farz olması için ayrıca nisap miktarı mal ya da servete sahip olduktan sonra üzerinden bir kameri yılın geçmesi ve yılsonunda da nisap miktarını koruması gerekir. Yıl içerisindeki artış ve düşüşlere itibar edilmez. Zekât bu süre dolmadan önce de verilebilir.
Zekâtın geçerli olmasının şartlarına gelince, öncelikle “niyet” şarttır. Zekât bir ibadet olduğu için niyetsiz yerine getirilemez. Ayrıca fakire verilmesi ve teslimi demek olan “temlik” de şarttır. Yemek hazırlayıp yedirmek gibi ibâha denilen yollarla fakire zekât verilmiş olmaz.
Kaynak: Diyanet

Zikir...

Zikir : Koşmak
Rabıta : Uçmak

Zikir : Ay ışığı
Rabıta :Güneş ışığı

Rabıta yapınca :
Rabıtalı olunca :

Letaifler Mürşidin letaifleri ile birleşir
Letaifler Mürşidin manevi halini kendi letaiflerine çeker
Bu iki kabloyu birleştirmek gibidir.
Tatbiki bu kabloyu günde bir defa 15 dakika bağlamamalıdır.
Gün 24 saat bağlamalı ve 24 saat Rabıtalı olmalı ki o zaman,
Mürşidinin azami her türlü terbiyesini almış olur.

9 Aralık 2019 Pazartesi

ÜZERLİK TOHUMU...



Hangi faydasını anlatayım ki...
  İşin manevî boyutu var ki anlatmaya kalksam bitmez. Hem zahirî hem batınî hastalıklara şifadır üzerlik tohumu.
  İçteki hastalıkları temizler. Bakteri virüs parazit vs...
  Bedene kuvvet verir süper bir enerji verir. Mutluluk iksiridir bu.
Serotonin ihtiva eder yani mutluluk hormonu. Vücudumuz üretemiyor her zaman. Ama üzerlikte dolu dolu var,  varsın üretmesin vücut.
  Üçüncü göz dediğimiz kalp gözünü açıyor.
 Resulullah efendimiz sav övmüş üzerliği..
 Evliyalar evlatlarına tavsiye etmişler.
  "Sabahlari aç karnına 40 gün 5 er Gr üzerlik tohumu yutanların kalbinde hikmet pınarları kaynar" buyurmuş efendimiz.
  Hz Mevlana :" her yer karanlık oldu. Üzerlik tohumu karanlığı dağıttı ortalık apaydınlık oldu" demiş. Hikmet ehli zatlar bilirler üzerligin kadrini kıymetini..
  Psikolojik hastalıkların cümlesine tek başına yeter üzerlik tohumu. Başka ilaç kullanmasınlar. Tabi zahirî ilaç olarak. Manevî ilaç Kur'andır, namazdır, zikrullahtır.
  Ama size bişey söyleyeyim mi namaz kılmayan, Kur'an okuyamayan, zikrullaha devam edemeyenler kırk gün üzerlige devam etsinler. İlahi aşkın meczupları gibi her an her saniye ilahi duygularla nuraniyet kesbedecekler. Kötü enerjiler dağılıp gidince ibadet aşkı ve şevkiyle mutluluğun doruklarında olacaklar. Yerde yaşamayacaklar. Her yer bir tefekkür ufkunda Rahman'ın tecelligâhı olacak. Kur'an'ın o şerefli yakınlığına ve feyizlerine mazhar olacaklar. O zaman ibadetiin kadrini kıymetini bilecekler, hakikati görecekler.
  Bizim batınımızdan gaflet perdesi kalkmamış ki. Bir açılsa... 
 Bir an bir saniye Rabbimizden uzak olmaya tahammül edemeyeceğiz.
  Bizim basiretimizi haram gıdalarla kör ettiler. Doymadilar diş macunlarındaki florürle, sudaki klorla direk epifiz bezimize saldırdılar. Nedir epifiz bezi?
Ruh ile bedeni birleştiren, üçüncü gözün görmesini sağlayan hormonu üreten epifiz bezidir. O bez kireçleşmis bizde. Hak'tan hakikatten uzağız.
  Hele üzerlik tohumu için bir göresiniz.. O bezin ürettiği maddeyi size direk olarak veriyor. Ve o bezi aktif ediyor.
  Bedende zararlı ne varsa üzerlik hepsini bedenden tardediyor, kovuyor. Haramları, zehirleri, kimyasalları hepsini...
  Ruh iksiridir bu. Hangisini anlatayım kurban üzerlik tohumu dedin mi bütün sular coşar.
  Ne mübarek bitkidir ki nazar girmiş bedenden habis nazarı yakıyor yok ediyor. Manevî hastalara üzerliği yak tütsüsünü ver. Nazar değmişse iyileşir, cin musallat olmuşsa bedeni terkeder anında, büyünün ağırlıklarını alır atar.
  Allerjik astım bronşit olmuşsa biri,   kaynat tohumu buharını içine çeksin hemen nefes yolları açılır. Bu mübarek bitki mistik bir bitkidir. Eski şamanların Kam dedikleri din adamları bile kullanırlardı habis ruhları kovuyor diye. Astral seyahatlere çıkarlardı. Neyse bunları boşverin. Resulullah efendimiz sav tavsiye etmiş muhakkak ki hikmetleri vardır.

3 Aralık 2019 Salı

Vesvese icin okunacak Dualar...

vesvese zikir dua cin şeytan ahiret dünya menzil gavs sahte mürşid




Şems Suresi Fazileti Sırları:Her Beladan Korunmak İçin Oku

Mekke döneminde inmiştir. 15 âyettir. Sûre, adını birinci âyetteki “eş-Şems”
kelimesinden almıştır. Şems, güneş demektir.

Resulullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) buyurdu ki: “Her kim Şems suresini okursa, O kişi sanki güneş ve ayın üzerine doğduğu her şeyi sadaka vermiş gibi sevap alır.“(1)

Rivayet Edildi ki:

  • Her beladan korunmak ve düşmanın şerrinden emin olmak için 41 defa okunur.
  • Bu sureyi okuyan kimsenin hem nasibi bol olur, hem de gittiği yerde iltifat görür, başarılı olur.
  • Maddi ve manevi hastalıklara şifa olur.

Dipnot ve Kaynaklar

  1. Ebu Suud Efendi, Ebû Suud Tefsiri (İrşâdü Aklis-Selim), 9/165; Kâdı Beyzâvî, Beyzâvi Tefsir (Envârut-Tenzîl ve Esrârut-Te’vil), 2/600

RİVAYET EDİLDİ Kİ:
Her beladan korunmak ve düşmanın şerrinden emin olmak için 41 defa okunur.
Bu sureyi okuyan kimsenin hem nasibi bol olur, hem de gittiği yerde iltifat görür, başarılı olur.
Maddi ve manevi hastalıklara şifa olur.
Her Kim Şems suresini bol bol zikrederse, Güneş ve Ay’ın Üzerini Aydınlattığı tüm nesneler kadar sadaka bağışlamış sayılır,
Üzerinizdeki musibet ve belalı işlerden sakınmak için sureyi boş vakitlerinizde elinizden geldiğince okuyun,
Şems Suresi Hasta veya Rahatsız Olan bir kişinin üzerine ihlaslı bir şekilde okunursa, Allahın izniyle şifa bulur,
Şems Suresini okuyan kişi Yapılan tüm işlerde saygı görür,

Nasib’inin bollaşmasını isteyen her kimse Şems suresini okumayı alışkanlık haline getirsin.
Titreme ve haykırma hastalığı olana safran misk gül suyundan oluşan mürekkeple yazılıp suya bırakılır ve içirilirse şifa bulur bi iznillahiteala
Güneşe Yeminle Başlayan Bir Surenin,İsmi ŞEMS(Güneş) Olan Bir Surenin Tüm Ayetlerinin Son Seslerinin (H) Harfi ile Biter 

Güneş doğarken 41 veya 21 kere okunursa ömür boyu her beladan kurtulur
ŞEMS SURESİ
Bismillâhirrahmânirrahîm
1: Veş şemsi ve duhâhâ.
2: Vel kameri izâ telâhâ.
3: Ven nehâri izâ cellâhâ.
4: Vel leyli izâ yagşâhâ.
5: Ves semâi ve mâ benâhâ.
6: Vel ardı ve mâ tahâhâ.
7: Ve nefsin ve mâ sevvâhâ.
8: Fe elhemehâ fucûrehâ ve takvâhâ.
9: Kad efleha men zekkâhâ.
10: Ve kad hâbe men dessâhâ.
11: Kezzebet semûdu bi tagvâhâ.
12: İzin baase eşkâhâ.
13: Fe kâle lehum resûlullâhi nâkatallâhi ve sukyâhâ.
14: Fe kezzebûhu fe akarûhâ fe demdeme aleyhim rabbuhum bi zenbihim fe sevvâhâ.
15: Ve lâ yehâfu ukbâhâ.
ŞEMS SURESİ
Türkçe MEali
Bismillahirrahmânirrahîm
1.Güneşe ve onun aydınlığına andolsun,
2. Onu izlediğinde Ay’a andolsun,
3.Onu ortaya çıkardığında gündüze andolsun,
4.Onu bürüdüğünde geceye andolsun,
5.Göğe ve onu bina edene andolsun,
6.Yere ve onu yayıp döşeyene andolsun,
7.8.9. Nefse ve onu düzgün bir biçimde şekillendirip ona kötülük duygusunu ve takvasını (kötülükten sakınma yeteneğini) ilham edene andolsun ki, nefsini arındıran kurtuluşa ermiştir.
10. Onu kötülüklere gömüp kirleten kimse de ziyana uğramıştır.
11.Semûd kavmi, azgınlığı sebebiyle yalanladı.
12. Hani onların en bedbaht olanı (fesat çıkarmak için) ileri atılmıştı.
13.Allah’ın Resülü de onlara şöyle demişti: “Allah’ın devesini ve onun su içme hakkını koruyun.”
14.Fakat onlar, onu yalanladılar ve deveyi boğazladılar. Bunun üzerine Rableri, suçlarından dolayı onları helak etti ve kendilerini yerle bir etti.
15.Allah, bunun sonucundan çekinmez de!

HZ. ALİ'NİN (R.A.) DUALARI

Hz. Ali’nin (r.a.) okuduğu dualar.
Hz. Ali’nin -kerremallahu veche- yapmış olduğu bazı dualar:
HZ. ALİ'NİN (R.A.) BİNEĞE BİNİNCE OKUDUĞU DUA
Ali bin Rebîa şöyle anlatır:
Bir gün Hz. Ali’ye -kerremallahu veche- binmesi için bir binek getirildi. Hz. Ali -kerremallahu veche- ayağını eğere koyunca “اللّٰه بِسْمِ” dedi. Hayvanın üzerine yerleşince de:
“Allah’a hamd olsun! «Bunu bizim hizmetimize veren (Rabbimizi) tesbih ve takdis ederiz, yoksa biz bunlara güç yetiremezdik. Biz şüphesiz Rabbimize döneceğiz»[1]” dedi.
Sonra üç defa “Elhamdülillâh”, üç defa “Allâhu Ekber” dedikten sonra şu duayı yaptı:
“Allah’ım, seni bütün noksanlıklardan tenzîh ederim, senden başka ilâh yoktur, ancak sen varsın! Ben (günahlar işleyerek) kendime zulmettim, beni mağfiret eyle!”
Hz. Ali bunları söyledikten sonra tebessüm etti. Ben:
“‒Niçin tebessüm ettiniz ey Mü’minlerin Emîri?!” diye sordum. Şöyle cevap verdi:
“‒Rasûlullah Efendimiz’i gördüm, şu yaptıklarımı aynen yaptıktan sonra tebessüm etmişlerdi:
«‒Niçin tebessüm ettiniz ey Allah’ın Rasûlü?» diye sordum. Şöyle buyurdular:
«‒Rabbimiz, “Allah’ım, beni mağfiret eyle!” diyen kulundan çok hoşlanır ve: “Kulum, günahları benden başka kimsenin affedemeyeceğini bildi” buyurur».” (Ahmed, I, 97, 115)
HZ. ALİ'DEN (R.A.) KISA BİR DUA
Hz. Ali -kerremallahu veche- şöyle demiştir:
“Rasûlullah bana:
«“Allah’ım! Beni hidâyete erdir ve her işini doğru yapan dürüst kullarından eyle!” de» buyurdu.” (Müslim, Zikir 78; Ebû Dâvûd, Hâtem 4)
PEYGAMBERİMİZİN HZ. ALİ’YE (R.A.) ÖĞRETTİĞİ DUA
Hazret-i Ali -radıyallâhu anh-’tan rivâyet edildiğine göre mükâtep (anlaşmalı) bir köle ona gelerek:
“–Borcumu ödeyecek gücüm yok, bana yardım et!” dedi. O da:
“–Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in bana öğrettiği duâyı ben de sana öğreteyim mi? Buna devâm ettiğin takdirde, üzerinde Sebir Dağı kadar borç olsa bile Allâh Teâlâ onu ödemene yardım eder.” dedi ve şu duâyı okudu:
“Allâh’ım! Bana helâl rızık nasip ederek beni haramlardan koru! Lutfunla beni Sen’den başkasına muhtaç etme!” (Tirmizî, Deavât, 110/3563)
HZ. ALİ’NİN (R.A.) OKUDUĞU HELAL RIZIK DUASI
Yine şöyle dua ettiği rivayet edilir:
“Allah’ım! Beni hidâyete erdir ve işini doğru yapan, istikâmet üzere olanlardan eyle.
Halîm ve Kerîm olan Allah’tan başka ilâh yoktur. Yüce ve azamet sahibi Allah’tan başka ilâh yoktur. Yedi kat göklerin ve Yüce Arş’ın  Rabbi  olan Allah’ı her türlü noksan sıfatlardan tenzîh ederim, O ne yüce bir varlıktır. Hamd, Âlemlerin Rabbi olan Allah’a mahsustur."
Allah’ım! Bana helâl rızık nasip ederek, haramlardan koru! Lütfunla beni Sen’den başkasına muhtaç eyleme.” (Müslim, Sahih, IV, 90, No: 4225; Ahmed b. Hanbel, Müsned, II, 109, No: 701; Tirmizi, Sünen, V, 452, No: 3563)
YAĞMUR DUASI
Yağmur duasına çıktığınızda:
1) Allah’a hamd ediniz, O’nu lâyık olduğu üzere senâ ediniz!
2) Peygamber Efendimiz’e salât ü selam getiriniz!
3) Allah’tan mağfiret dileyiniz!
Çünkü yağmur duasına çıkmak istiğfardır, Allah’tan mağfiret dilemektir.” (Abdurrezzak, Musannef, III, 88)
HZ. ALİ'NİN (R.A.) PEYGAMBERİMİZİN CENAZESİNDE OKUDUĞU DUA
Rasûlullah Efendimiz’in cenâze namazı kılınacağı zaman Hz. Ali -kerremallahu veche-:
“–Hiç kimse «Peygamber Efendimiz’in üzerine imamsız cenâze namazı kılınabilir mi?» diye şüphelenmesin! O sağ iken de vefâtında da imamınızdır!” dedi ve Peygamber Efendimiz’in hizâsında ayakta durarak:
“Yâ Rasûlallah! Allah’ın selâmı, rahmet ve bereketi Sen’in üzerine olsun!
Allah’ım! Biz onun, kendisine indirmiş olduğun şeyleri teblîğ ettiğine ve ümmetine nasîhatte bulunduğuna, Allah’ın dînini üstün kılıncaya ve en güzel şekilde tam olarak tebliğ edinceye kadar Allah yolunda savaştığına şehâdet ederiz!
Allah’ım! Bizleri ona indirdiğin şeylere tâbî olan kimselerden eyle! Ondan sonra da bize bu yolda sebat ver! Bizi ona kavuştur!” diye dua etti, cemaat de “Âmîn! Âmîn!” diye bu duaya gönülden katıldı. (İbn-i Sa‘d, II, 291)
Dipnot:
[1] Zuhruf, 13-14.

En Çok Okunan Yazılar