25 Kasım 2018 Pazar

Rasûlullah (s.a.v) Efendimizin şerefli nesebi




Rasûlullah (s.a.v) Efendimizin şerefli nesebi Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin vasıtasıyla devam ettiği için, onların kıyamete kadar gelecek olan evlâtları da Ehl-i Beyt’in birer parçasıdır Onları sevmek her mü’minin vazifesidir. Bu sevgi çok şerefli ve gereklidir. Kalbinde azıcık Ehl-i Beyt sevgisi bulunmayan kimse, Hz. Rasûlullah’ın sevgisinde yalancıdır.


Kıyametin Dehşetleri

mükaşefetül kulup, kitap, imam gazali, tasavvuf,ilim


Rivayete göre Hz. Ayşe (R. Anha) buyurur ki;

«Peygamber (S.A.S)´imize «Yâ Rasûlallah (S.A.S). Kiyamet Günü sevenler birbirlerini hatirlarlar mi?» diye sordum. Bana su cevâbi verdi;

«Üç yerde hayir. Birincisi, Mizan karsisinda, iyiliklerin agir mi,yoksa hafif mi gelecegi belli oluncaya kadar;

Ikincisi amel defterleri uçusurken. Herkes amel defterim acaba sagimdan mi, yoksa solundan mi verilecek diye beklerken.

Üçüncüsü de cehennemden uzun bir boyun çikarak bir takim kimselerin boyunlarina dolanarak su üç kimseye musallat edildim: Allah (C.C) ile birlikte baska bir ilâha tapana bütün zâlim ve zorbalara ve hesaplasma gününe inanmayanlara derken, bu kimseleri kiskaca alarak cehennemin derinliklerine atar.

Cehennemde kildan ince, kiliçtan keskin bir köprü vardir. Üzerinde sivri demirden çengeller ve dikenler vardir. Bu köprüden insanlar, kimi çakan simsek, kimi esen rüzgâr gibi... geçeceklerdir.»

Hz. Ebü Hüreyre (R.A.) öer ki: Peygamber'imiz (S.A.S) söyle buyurdu:
«Ulu Allâh (C.C) gökleri ve yeri yaratinca Sûr'u yaratip Israfil (A.S)'in eline verdi, o da onu agzina koyarak «Ne zaman üfleme emri alacagim» diye bakislarini Ars'a dikmis beklemektedir.

Ben O'na: «Ya Rasûlellah (S.A.S). «Sûr nedir» diye sordum. Bana: «Nurdan bir boynuzdur» diye cevap verdi. Ben O'na: «Yâ Rasûlellah (S.A.S), nasil bir seydir» diye sordum. O da bana: «Genis çapli bir daire seklindedir. Beni Hak dinle Peygamber olarak gönderen Allah (C.C) adina yemin ederek söylüyorum ki. çapi yerle gök arasi genisligindedir.Israfil (A.S)bu sûra üç kere üfler: Birinci üfleme ürkütmek, ikinci üfleme canlilarin hepsini öldürmek, üçüncü üfleme de yeniden dirilis içindir. Üçüncü üfleyisten sonra ruhlar ortaya çikarak gök ile yer arasini arilar gibi doldururlar ve genizlerden cesedlere girerler. Topragi yarilarak yerden ilk çikacak olan benim.»

Baska bir hadiste bildirildigine göre:
Ulu Allah (C.C). Cebrail (A.S). Mikâil (A.S) ve Israfil (A.S)'i yeniden diriltince bunlar hemen yanlarina Burak'i ve bir kat cennet elbisesi alarak Peygamber (S.A.V)'imizin kabri basina inerler. O sirada kabrin topragi yarilarak derhal acilir. Peygamber (S.A.V)'imiz Cebrail (A.S)'e bakar ve «Bu hangi gündür?> diye sorar. Cebrail (A.S)de O'na: "Bu gün Kiyamet Günü'dür, bugün hasir günüdür; bugün karar günüdür" diye cevap verir. Pey­gamber'imiz «ya Cebrail, Allah (C.C) ümmetime ne yapti» diye sorar. Cebrail (A.S) de «Müjdeler olsun, sana üzerindeki toprak ilk açilan sensin.» diye cevap verir.

Ebû Hüreyre'nin rivayet ettigine göre, Peygamber (S.A.V)'imiz buyurmustur ki:

«— Ulu Allah (C.C) buyurur ki; «Ey insanlar ve cinler! Ben size gereken nasihati vermistim. Iste simdi amelleriniz defterlerinizde yazili. Iyilik bulan Allâh'a hamd etsin. Baska türlüsünü bulan da kendinden baskasini kinamasin.»

Anlatildigina göre bir gün Yahya Ibni Muaz-el Razrnin (R.A.) bulundugu mecliste:

«O gün takva sahiplerini Allah huzuruna binekli olarak toplar ve günahkârlari cehenneme yaya ve susuz olarak sevkederiz.» (Meryem 85-86)
mealindeki âyetler okununca o söyle der:

«— Ey insanlar!. Bir dakika, bir dakika! Yarin mahserin durak yerinde hep biraraya geleceksiniz. Her yönden gurup gurup gelerek Allah'in huzuruna tek tek dikileceksiniz. Kelime kelime yaptiklarinizdan hesaba çekileceksiniz. Ermisler Allah (C.C)'a binekli olarak, günahkârlar da Allah (C.C)'in azabina yaya ve susuz olarak götürülecek. Ve bölük bölük cehenneme gireceklerdir!

Kardeslerim! önünüzde sizin hesabiniza göre elli bin sene uzunlugunda bîr gün var, o gün «sarsinti günü», «yaklasan gün» dur. «bütün insanlar o gün Allah (C.C)'in huzurunda dikileceklerdir», «o gün. hayiflanma ve pismanlik günü», «tartisma ve hesaplasma günü», «hesaplasma günü», «feryad günü», «gelecegi kesin bir gün», «kalb çarpintisi günü,» «yeniden dirilme günü», «herkesin kendi elleri ile islediklerine bakacagi bir gün», «aldanma günü», «kimi yüzlerin agardigi ve kimisinin de karardigi gün». «Allah (C.C)'in Huzûru'na temiz kalble gelenlerden baska malin, çoluk-çocugun fayda saglamadigi bir gün», «zâlimlere mezaretlerinin fayda vermedigi, kendileri için fena yerlesme yeri hazirlanan bir gün» dür.

Mukatil Ibni Süleyman (R.A.) der ki: «Insanlar Kiyamet Günü, hiç konusmadan yüz yil beklerler, yüz yil da karanlikta saskinlik içinde geçer, yüz yil da dalga dalga birbirine sürtünerek Allah (C.C)'in Huzurunda çekisirler. Kiyamet Günü, sizin hesabiniza göre elli bin yil uzunluguna olmasina ragmen ihlâsli bir mü'mine en kisa bir namaz süresi gibi gelir.»

Peygamber'imiz {S.A.S.) buyuruyor ki:
«— Su dört seyden hesaba çekilmeden kulun ayaklari kaymaz:
1 — Ömrünü nerede harcadigindan,
2 — Vücûdunu nerede yiprattigindan,
3 — ilmi ile nasil amel ettiginden.
4 — Malini nereden kazanip, nerede harcadigindan»

Peygamber'imiz (S.A.S.) buyuruyor ki:

«— Her peygamber'in mutlaka kabul olan bir duasi vardir, hepsi bu haklarini dünyada kullandi. Ben duâ hakkimi Kiyamet Günü ümmetime sefaat etmek için sakladim.»

Allah (C.C)'imiz! Rasûlellah (S.A.S.)'in. Kati'ndaki itibâr hakki için O'nun sefaatine bizi eristir!.

24 Kasım 2018 Cumartesi

Allah Korkusu




Maneviyat Peygamber'imiz (S.A.S.) buyuruyor ki:
«-Ulu Allah (C.C.), kanatlarının biri doğuya, öbürü batıya uza-nan ve ayaklan yedinci kat yere inen bir kuş yarattı. Kuşun üzerinde bütün varlıkların sayısı kadar tüy vardır.

Ümmetimden kadın - erkek herhangi bir kimse bana selât-ü selâm getirdiği zaman ulu Allah bu kuşa, Arş'ın altında bulunan nurdan bir denize dalmasını emreder. Kuş denize dalıp çıkarak kanatlarını silke-leyince her tüyünden bir damla akar. Ulu Allah akan her damladan, üzerime kıyamete kadar selât-ü selâm getiren kul hesabına istiğfar edecek bir melek yaratır.»



Ehl-i Hikmet'ten biri şöyle der:

«Vücudun selâmeti az yemekte, ruhun selâmeti az günah işlemekte ve dinin selâmeti de varlıkların en hayırlısına (Peygamber'imize) selât-ü se-lâm getirmektedir.»

Ulu Allah (C.C.) buyuruyor ki:

«— Ey iman edenler! Allah'dan korkunuz ve O'na itaat ediniz ve her-kes yarını için (kıyamet gününe ne amel işlediğine) baksın (yani sadaka verin ve Allah'ın emrine uygun ameller işleyin ki, Kıyamet günü sevabını bulasınız) Allah'dan korkunuz, çünkü O, (iyilik olsun, kötülük olsun) yap-tığınız her hareketten haberdardır» (1).



Çünkü Kıyamet günü melekler, gökler, yeryüzü, gece, gündüz, iyilik olsun, kötülük olsun insanoğlunun işlediği her şeye şahitlik edecekler-dir. Hatta vücudun azaları bile insanoğluna karşı şahit tutulacaktır.

Yeryüzü, günah işlemekten sakınarak iyiliğe koşan (zahid) ve mü-min kulun lehine şahitlik ederek «bu adam üzerimde namaz kıldı, oruç tuttu, hacca gitti, cihad etti» diyecek, günahtan sakınarak iyiliğe koşan mümin kul da bu şahitliğe sevinecektir.

Buna karşılık ayni yeryüzü, kâfir ve günahkârların aleyhinde de şa-hitlik ederek «bu adam üzerimde Allah'a şirk koştu, zina işledi, içki içti, haram yedi» diyecektir. Merhametlilerin en merhametlisi olan ulu Allah (C.C) kâfir ve günahkârları inceden inceye sorguya çekerse vay hal-lerine!

Mümin, vücudunun bütün âzaları ile Allah'dan korkandır. Nitekim büyük ahlâk ve fıkıh bilgini Ebu Leys es-Semerkandî der ki:

— Allah korkusunun, yedi alâmeti vardır:

— Birinci alâmet dil'de belirir: Allah korkusu taşıyan kul dilini ya-landan, dedikodudan, koğuculuktan, iftiradan ve boş konuşmaktan alı-kor, bunlar yerine onu zikirle, Kur'an okumakla ve ilmî konuşmalarla meşgûl eder.

İkinci alâmet kalbde belirir: Allah korkusu taşıyan kul başkalarına karşı kalbinde düşmanlık, iftira ve kıskançlık barındırmaz. Çünkü kıs-kançlık iyilikleri mahveder. Nitekim Peygamber'imiz (S.A.S.) şöyle buyurur:

— Ateş odunu nasıl yerse (yakarsa) kıskançlık da iyilikleri öyle yer» (yok eder)

Bilesin ki, kıskançlık, kalb hastalıklarının başlıcalarından biridir ve bu hastalıklar da ancak ilimle ve iyi ameller işleyerek tedavi edilebilir.

Üçüncü alâmet göz'de belirir: Allah korkusu taşıyan kul, haram yiyeceğe, haram içeceğe, haram giyeceğe... (kısacası) haram olan hiç bir şeye bakmaz. Dünyaya aç ve muhteris gözlerle değil, ibret almak amacı ile bakar. Helâl olmayan şeylerden bakışlarını uzak tutar.

Nitekim Peygamber'imiz (S.A.S.) şöyle buyurur: «—Kim gözünü haramla doldurursa Allah da onun gözünü kıyamet günü ateşle doldurur.»

Dördüncü alâmet karın'da belirir: Allah korkusu taşıyan kul, karnına haram lokma sokmaz, çünkü haram lokma yemek ağır günahlardan biridir. Nitekim Peygamber'imiz (S.A.S.) şöyle buyuruyor:

— insanoğlunun karnına haram bir lokma inince, lokma midesinde kaldığı sürece yerde ve göklerdeki melekler tekrar tekrar üzerine lânet yağdırırlar O lokmayı hazmederken öldüğü takdirde varacağı yer cehennemdir.»

Beşinci alâmet eller'de belirir: Allah korkusu taşıyan kimse, ellerini harama değil. Allah'ın rızasına uygun şeylere doğru uzatır. Nitekim sahabîlerden Kâ'b'ul Ahbar'ın (R.A.) şöyle dediği rivayet edilir:

— Ulu Allah; .her bir bölümü yetmiş bin gözlü yetmiş bin bölümü olan yakuttan yapılma bir köşk yaratmıştır. Kıyamet günü bu köşke ancak önlerine çıkan haram şeylerden Allah korkusu ile uzak duranlar girebileceklerdir.

Altıncı alâmet ayaklarda belirir: Allah korkusu taşıyan kimse, günah işlemeye değil, Allah'ın emrine uygun ve O'nun rızasını kazandıracak işlere doğru yürür, alimlerle ve iyi amel işleyenlerle buluşmak gayesi ile adım atar.

Yedinci alâmet Amel'de belirir: Allah korkusu taşıyan kimse ibadetini sırf Allah rızası için yapar, riyadan ve münafıklıktan kaçınır, böyle-likle Allah'ın haklarında şöyle buyurduğu kimselerden biri olur:

— Rabb'ının katında Ahiret, günahlardan korkanlar İçindir (2). Böyleleri için Ulu Allah başka bir ayette şöyle buyurur:

<<— Günahlardan sakınanlar, hiç şüphesiz, cennetlerde ve pınar-lar(ının başların) dadırlar» (3).

Boşka bir âyette de şöyle buyuruluyor:

«— Günahlardan sakınanlar cennet ve nimetler içindedirler» (4),
Diğer bir âyette de şöyle buyurulur;

«— Günahlardan sakınanlar emin bir makamdadırlar» (5).

Bu âyetlere bakınca Ulu Allah'ın neredeyse «bu kimseler. Kıyamet günü cehennemden kurtulurlar» diye buyurduğu görülür.

Müminin korku ile ümit arasında bulunması gerekir. Buna göre bir yandan ümit kesmeksizin Allah'ın rahmetini beklerken diğer yandan ibadet hali içinde çirkin hareketlerden vazgeçerek Allah'a tevbe eder.
Nitekim ulu Allah (C.C.) şöyle buyurur:

«—Sakın Allah'ın rahmetinden ümit kesmeyin» (5).

— HİKÂYE —

Hz. Davud —-Allah'ın selâmı üzerine olsun— kürsü üzerine oturmuş, Zebûr okurken gözleri yerde sürünen kırmızı bir kurda ilişir ve içinden «Acaba Allah'ın bu kurdu yaratmaktan muradı, ne ola ki» diye düşünür. Bunun üzerine Allah'ın izni ile dile gelen kurt O'na şöyle der. «Ey Allahın Resulü! Her gün, gündüzleri bin kere — Subhanellahi velhamdülillâhi ve lâilâhe illellahu vellahu ekber (Alah'ı noksanlıkların her türlüsünden ten- zih ederim, hamd O'na mahsustur, O'ndan başka ilâh yoktur, Allah en büyüktür)» demeyi, Allah bana ilham etti. Geceleri ise yine bin kere — Ellahumme salli alâ seyyidina Muhammedininnebiyyil ümmiyyi ve alâ alihi ve sahbihi ve sellem (Allah'ım! Okuma-yazmasız Peygamberin olan Mu-hammed'e, O'nun soyundan gelenlere ve O'nun sahabilerine rahmet ve selâm ihsan eyle) dememi ilham etti. Sen zikrederken neler söylüyorsan bana da bildir de istifade edeyim,»

Bu sözleri işiten Hz. Davud (A.S.) kırmızı kurdu küçümsediğine piş-man olur, Allah'dan korkarak O'na tevbe eder ve dergâhına sığınır.

Hz. İbrahim (AS.) işlediği bir günahı hatırlayınca baygınlık geçirir ve kalbinin çarpıntısı (neredeyse) bir mil uzaklıktan duyulurdu. Allah'ın emri ile bir gün kendisine Cebrail (A.S.) gelir ve der ki, «Allah sana selâm ediyor ve —dostundan korkan bir dost gördün mü— diye soruyor.

Hz. İbrahim (A.S.) Cebrail'e şöyle cevap verir; «Ey Cebrail! Kusurum aklıma gelince ve cezasını da düşününce dostluğumu unutuyorum.»

İşte peygamberlerin, velilerin ve salihlerin tutumu budur. Ötesini var sen düşün.

23 Kasım 2018 Cuma

MÜKÂŞEFETÜ'L-KULÛB ÖNSÖZ

MÜKÂŞEFETÜ'L-KULÛB

ÖNSÖZ


MÜKÂŞEFETÜ'L-KULÛB VE İMÂM-I GAZALÎ

Allah (C.C.)'a hamdü senâ, Resûlüllah (S.A.V.) Efendimize, Âl ve Ashâbına Salâtü selâm olsun.

Mükâşefetül Kulûb mevzuu i'tîbariyle tasavvufî bir eserdir. Mahiy-yet i'tibariyle kalbleri hassas bir İslâmi hayata sevketmeyi, oraya saf bir İslâmı hayatı dercetmeyi istihdaf eden bir eserdir. Başka bir tabirle anlatmak gerekirse Mükaşefetü'l Kulûb bir «Kalbleri ihyâ» kitabıdır. Durumlarını tesbit ve keşfedip aralıyarak, ortaya çıkararak ıslâha çalış-mayı öğreten bir eserdir. Esasen tasavvuf denince de akla ilk gelen, erbabınca, bu ma'nâ olur. Tasavvuf kalb ile meşgul olan bir ilimdir. Ma'lûmdur ki, kalb nasıl olursa dış a'zâ ve yaşayış da ona uygun bir manzara arz eder. Allah Teâlânın, her kulun kalbini günde bir kaç kere kontrol ettiği hadisinin manâsına i'tibarla tasavvufta amellerin zuhur mahalli olan kalb ele alınmıştır. Bu her İslâm âliminin, Hakka ubâdiyyete kendini adamış her âbid ve zâhidin başta ya da sonda yaşadıkları bir hayat tarzıdır. Cenâb-ı Hakkın her gün ziyaret ettiği kalb hiç şüphesiz ki temiz olmaya lâyıktır. Çünkü bu kulun, Rabbına karşı (kölenin efendisine misali) bir edeb kaidesidir. Edebi olmayan bir kulun Rabbı yanın-da i'tibarı olmaz. Halbuki bir köle için gaye ,efendisinin teveccühünü kazanmasıdır. Kulun saadet ve huzuru da buna bağlıdır. Bu bakımdan kalb, kalblerin keşfi ve hallerinin bilinmesi (Mükâşefetü'l-Kulûb) gayet mühimdir.

İmâm-ı Gazâli ve benzeri âlimler bugün semeresine her zaman-kinden fazla muhtaç olduğumuz kalb ile ilgili böyle bir çalışmayı asır-larca önce yapmışlar ve bu sahada eserler yazmışlardır. Ancak bu gibi âlimler böyle eserleri yazmadan önce ya da yazarlarken mevzuu bahs olan tasavvufi hayatı yaşamışlardır. İmâm-ı Gazâli bu zatların başlarında gelir. Eserleri diğer tasavvuf erbâbına nazaran kuvvetli bir İslâm kültürünü ihtiva eder. O her tasavvufi mevzûu İslâm'ın başlıca kültürü olan Âyet ve hadislerle ele almıştır. Âyet ve hadise uyacak tarzda işlemiştir. Mes'eleyi İslâm kültürü ile bağdaştırmıştır. Bu bakımdan o, ilim adamları arasında diğer mevzularda olduğu gibi bu mevzuda da güven ve i'tibarca başta gelir. Okuyucu halk için de bu böyledir. Denebilir ki: Eserleri en dikkatli, en çok okunan bir İslâm âlimidir.

İmâm-i Gazâlinin her eseri hemen hemen aynı kıymeti hâizdir. O bu sahadaki her eserini ilmî bir otorite ve tasavvufî bir sâfiyetle yazmıştır. En büyük eserlerinde küçüklerinin ve en küçük eserlerinde de büyük-lerinin hulâsasını bulmak mümkündür Eserlerindeki her mevzuu benzerlerinden daha güzel şekilde işlemiştir. Bütün bunlar da üstün bir zekâ, yüksek bir İslâm kültürü, derin bir tasavvuf ve temiz bir İslâmi yaşayıştan ileri gelmiştir.

H. 450/505 - M. 1058/1111 tarihleri arasında Horasan'ın (İran) Tûs kasabasının Gazâl Köyünde doğup yine aynı yerde vefat eden Huccetül İslâm İmâm Ebû Hâmid Muhammed b. Muhammed b. Muhammed el-Gazâli (Rahmetullâhi Aleyh) nin iki yüz civarında eseri bulunduğu kaynaklarda zikredilmektedir. Takdim ettiğimiz «Mükâşefetü'l Kulûb» Onun yukarıda arz ettiğimiz kıymetli eserlerinden biridir.

Başta da ifade ettiğimiz gibi (Mükâşefetü'l-kulûb): Kalbin iyi ve kötü durumlarını açıklayıp bunlara karşı alınacak tedbirleri, çareleri bildirip bir Müslüman'ın nasıl bir hayata sahip olması gerektiğini anlat-maktadır. Merhumun her eseri gibi bu eserinin de dikkatli okunarak ona göre yaşayışı tanzim etmek gerekir. Tevfik ve hidâyet Allah'tandır.

ÇELİK YAYINEVİ
28 C. Evvel 1400
14 Nisan 1980

Gönül Dostlarından İnciler...

Gayb perdesi ardında olan güzelliklerin,
Hepsini Senin güzel sûretine koydular.
Hayâl kalemi, düşünce sahîfesine ne çizse,
Mütenâsib şeklini ondan güzel yaptılar.
                          Abdullah-i Dehlevî “Kuddise Sirruh”

Mevlid Kandili Tesbih Namazı ve Duaları



Mevlid Kandilinde Ne Yapılır Hangi Dualar Okunur

Rabbimizin nimet,rahmet ve mağfiretinin müminlere bol bol ihsan edildiği Mevlid Kandilinde, bir yıllık yaşantımızı, ibadetlerimizi ve iyiliklerimizi düşünecek ve ona göre hayatımıza çekidüzen vererek samimi bir teslimiyetle nefis muhasebesine gireceğiz. Bu gece hayırlı bir gece, yüreklerimiz ibadetle çarpsın, gönüllerimiz bir olsun..
Mevlid kandiliniz mübarek olsun..
Mevlid Kandilinde okunacak dualar

Bu gecenin manevi zenginliğinden faydalanmak için en azından bir Tesbih Namazı kılalım, bir de Hatm-i Enbiyâ yapalım. Alemlere rahmet olarak gönderilen Peygamberimizin, doğumunu anarken, yalnız mevlid okumak, ilahiler söylemek ve kandil simidi dağıtmak yeterli değildir, sadece bu geceyi yaşamak yeterli değildir. Yüce Allah’ın sevgisine, hoşnutluğuna ve bağışlamasına ermenin yegane yolu, Peygamberimizin yolundan gitmektir..

Hatm-i Enbiyâ 

Hatm-i Enbiyâ yapmak için, önce 1 Fâtiha-i şerîfe, 3 İhlâs-ı şerîf okunur. 

Sonra: 

اَعُوذُ بِاللهِ السَّمِيعِ الْعَلِيمِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ رَبِّ اَعُوذُ بِكَ مِنْ هَمَزَاتِ الشَّيَاطِينِ 

وَاَعُوذُ بِكَ رَبِّ اَنْ يَحْضُرُونِ

„Eûzu billâhis-semî'ıl-alîmi mineş-şeytânir-racîm. Rabbi eûzu bike min hemezâtiş-şeyâtıyn. Ve eûzu bike rabbi en yahdurûn“ 

Şu âyet-i celîle okunur ve buna göre hareket edilir: 

بِسْمِ اللهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ 

يَآ اَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا اصْبِرُوا وَصَابِرُوا وَرَابِطُوا وَاتَّقُوا اللهَ لَعَلَّكُمْ تُفْلِحُونَ 

صَدَقَ اللهُ الْعَظِيمُ 

„Bismillâhir-rahmânir-rahîm. 
Yâ eyyühellezîne âmenusbirû ve sâbirû ve râbitû vettekullâhe lealleküm tüflihûn. Sadekallâhül-azıym“ 

Bundan sonra şu sıraya göre hatme devam edilir: 

بِسْمِ اللهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ 

اِنَّ اللهَ وَمَلاَئِكَتَهُ يُصَلُّونَ عَلَى النَّبِىِّ يَآ اَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا صَلُّوا عَلَيْهِ وَسَلِّمُوا تَسْلِيمًا

صَدَقَ اللهُ الْعَظِيمُ    

„Bismillâhir-rahmânir-rahîm. 
İnnallâhe ve melâiketehû yüsallûne alen-nebiy. Yâ eyyühellezîne âmenû sallû aleyhi ve sellimû teslîmâ. Sadekallâhül-azıym“ 

100 defa: Salevât-ı şerîfe, 

500 defa: 

رَبَّنَا ظَلَمْنَا اَنْفُسَنَا وَاِنْ لَمْ تَغْفِرْ لَنَا وَتَرْحَمْنَا لَنَكُونَنَّ مِنَ الْخَاسِرِينَ 

„Rabbenâ zalemnâ enfüsenâ ve in lem tağfir lena ve terhamnâ lenekûnenne minel-hasirîn“ 

100 defa: Salevât-ı şerîfe, 
100 defa: Salevât-ı şerîfe, 

500 defa: 

رَبِّ اَنِّى مَسَّنِىَ الضُّرُّ وَاَنْتَ اَرْحَمُ الرَّاحِمِينَ 

„Rabbi ennî messeniyed-durru ve ente erhamür-râhimîn“ 

100 defa: Salevât-ı şerîfe, 
100 defa: Salevât-ı şerîfe, 

500 defa: 

لاَ اِلهَ اِلاَّ اَنْتَ سُبْحَانَكَ اِنِّى كُنْتُ مِنَ الظَالِمِينَ 

„Lâ ilâhe illâ ente sübhâneke innî küntü minez-zâlimîn“ 

100 defa: Salevât-ı şerîfe, 
100 defa: Salevât-ı şerîfe,

500 defa: 

لاَ حَوْلَ وَلاَ قُوَّةَ اِلاَّ بِاللهِ الْعَلِىِّ الْعَظِيمِ 

„Lâ havle ve lâ kuvvete illâ billâhil-aliyyil-azıym“[4] 

100 defa: Salevât-ı şerîfe, 
okunur. 

Sonra duâ yapılır. 


1 - Hacet namazlarının hepsinin niyetleri buna benzer şekilde yapılır. 

2 - Tevbe Sûresinin son iki âyeti, Kur'ân-ı Kerîm, Sahife: 208 

3 - Yâsîn-i şerif'de 7 zâhirî, 7 bâtınî MÜBÎN vardır. Böylece o da 14 olur. 

4 - Görüldüğü gibi, Hatm-i Enbiyâ'da 500'er defa olmak üzere 4 duâ okunmaktadır. Bu duâların birincisi Hz. Âdem (a.s.)'in, ikincisi Hz. Eyyüb (a.s.)'ün, üçüncüsü Hz. Yunus (a.s.)'un, dördüncüsü ise bizim peygamberimiz Hz. Muhammed Mustafâ (s.a.v.)'nın duâsıdır. 

HAK YOLUNUN ESASLARI 31-43 ARASI BÖLÜMLER

kitap, pdf, metin

OTUZ BİRİNCİ BÖLÜM

ŞÜKÜR ve ONA BAĞLI HALLER

Kulu şükretmeye götüren ilim, bütün nimetlerin sadece Allahu Teâlâ'ya ait olduğunu bilmesidir. Bu ilim farzdır, çünkü o, Allahu Teâlâ'ya imanın bir parçasıdır.
Yüce Allah bu konuda şöyle buyurmuştur: "Sahip olduğunuz bütün nimetler Allah'tandır."77
Nimeti verene şükretmek farzdır, bu da imanın gereğidir.
Bu ilimden ortaya çıkan hale gelince o, kulun Allah'ın nimetleri ile mutluluk ve sevinç içinde olmasıdır. Bu mutluluğun kendisi de bir çeşit şükürdür. Bu şükür, bizzat istenmektedir; o farzdır. Şükür imandandır ve Allahu Teâlâ'ya imanın sonucudur.
Şükür ameline gelince, bu da bizzat istenen bir şeydir. Şükür, başka bir hedef için de yerine getirilebilir.
el-Nahl 16/53.
225
Şükür amelinin bizzat istenmesinin sebebi şudur: Bir nimeti, yaratıldığı şey için kullanmak, bütünüyle hikmetin gereğidir.
Şükrün başka bir sebep için yapılması ise, mevcut nimetlerin korunması ve artırılması içindir.
Özetle şunu söylemek istiyoruz: Şükür, nimeti, yaratıldığı alan ve hedefte kullanmaktır.
Kimin bütün halleri dengede olup her şeyi yerince ve gereğince yaparsa, o kimse hikmet ehli biridir. Hikmet, her şeyi ilim ve amel olarak olması gereken yere koymaktır.
Hayırlarda muvaffakiyet ancak yüce Allah'ın yardımı iledir.
226

OTUZ İKİNCİ BOLUM


TEVEKKÜL ve ONA BAĞLI HALLER

Kulu tevekküle sevkeden şey, onun Allahu Teâlâ'nın hiç kimseye muhtaç olmadan zâtı ile var olduğu ve zâtı dışındaki bütün varlıkları O'nun hayatta ve ayakta tuttuğunu bilmesidir. Ayrıca O'nun sonsuz ilmini, hikmetini ve kudretini bilmesi de kulu Allah'a tevekkül etmeye (güvenip dayanmaya) götürür.
Bu ilimden şu hal ortaya çıkar: Tevekkül eden kulun kalbi Allahu Teâlâ'ya itimat eder, O'nunla huzur bulur, O'na bağlı olduğu için bütün ızdırabı yok olur.
Tevekkülü ve ona ait halleri bilen kimsenin, sadece haram ve şüpheli olan şeylerden elini çekmesi gerekir. Tevekkül, çalışıp kazanmaya mani değildir.
Tevekkül çok şerefli bir hal olmakla birlikte, derece olarak tefvîzden (işi Allah'a havale etmekten) ve teslimden (ilâhî hükme boyun eğmekten) düşüktür. Çünkü tevekkülün gayesi, faydalı olanı ele geçirmek ve zararlı olanı def etmektir.
İMAM  GAZÂLÎ
227
Tefviz ve teslimiyet ise; ilâhî emir ve yasaklara gönül hoşluğu ile boyun eğip itaat etmek ve Allahu Tela'nın kendisi için hükmettiği bütün işlerde iradesini terketmek-tir.
Bu konu ile alâkalı hallerden biri de sikadır. Mânası, bütünüyle kalbe yönelmek ve bütün işlerinde yüce Allah'a sadakatten, hakkı tasdikten ayrılmamaktır. Bu, bütün makam ve haller için mükemmel bir haldir.
Tevekkülle alâkalı hallerden biri de rızâdır. Rızâ ancak hükmedilen şeyin başa gelmesinden sonra olur. Tefvîz ve teslimiyet ise, hükmedilen şeyin başa gelmesinden önce olur.
Herkese farz olan rızâ, insanın başına gelen şeyleri tabiatı ile hoş bulmasa da ona aklı ile rızâ göstermesidir; çünkü sıkıntılı bir şeyden tabii olarak hoşlanmamak kulun ihtiyarı (iradesi) ile olmaz.
Kim, Allahu Teâlâ'nın kullarını dünya ve âhirette imtihan ettiği şeyleri aklı ile kötü görür yahut dili ile şikâyet ve tenkitle uğraşırsa günaha girer ve farz olan rızâ halinin dışına çıkmış olur.
Hayırda muvaffakiyet ancak yüce Allah'ın yardımı iledir.
228

OTUZ ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

NİYET ve ONA BAĞLI HALLER

Niyet, imandan sonra dünyada ve âhirette en büyük saadete vesiledir. Bunu bilince, sana niyetin ne olduğunu bilmen gerekir. Ayrıca onu karıştıracak dünya ile ilgili kötü arzulardan koruman vaciptir. Niyeti, onun safiyetini zedeleyecek âhirete ait hedef ve gayelerden temiz tutman ise, müstehaptır.
Niyet, hedefleri birbirinden ayırmaktan ibarettir.
Kasd, himmeti (düşünceyi) ulaşmak istenen hedefte toplamaktır.
Azim, kasdı takviye etmek ve ona canlılık kazandırıp harekete geçirmektir.
İrade, işi engelleyen manileri ortadan kaldırmaktır.
229

OTUZ DÖRDÜNCÜ BÖLÜM

SIDK ve ONA BAĞLI HALLER
Sıdk, doğruluk demektir.
Bu sıfatı Allahu Teâlâ için düşündüğümüzde, o, zatî sıfatlardan olup yüce Allah'ın kelâmına ait olmaktadır.
Kul için sıdk (doğruluk), insanın gizlisi ile açık halinin, zahiri ile bâtınının aynı olmasıdır. Bütün manevî makam ve haller sıdk ile gerçekleşir. Hatta, çok büyük bir değere sahip ihlâs bile sıdka (doğruluk ve sadakate) muhtaçtır; sıdk ise hiçbir şeye muhtaç değildir; çünkü o, ibadetlerde İhlasın tam olarak gerçekleşmesidir. Allahu Te-âlâ'nın taat ve ibadetle istediği de budur.
Mesela, kul, namazını Allah rızası için kılmaya niyet eder, fakat namazda kalp huzurundan gafildir. Sıdk ise; kalbi yüce Allah ile huzur halinde tutarak ibadetle Allahu Teâlâ'nın rızasını istemektir. Buna göre; her sadık kul aynı zamanda ihlâslıdır; fakat her ihlâslı kul, sadık değildir.

Sıdk, infisal (ayrılma) ve ittisal (birleştirmeme), bağlama mânasına da gelir. Çünkü sadık kul, kalbini Allahu Teâlâ'dan başkasından ayırır ve sürekli Allah ile huzur haline bağlar.
Sıdk ile irtibatlı olarak tahkik hali vardır. Tahkik, manevî makam ve halleri birbirinden ayırt edip onları kalbi yabancılardan ve içinde bulunduğu hali zedeleyecek şeylerden temizlemektir.
Sıdkla ilgili hallerden biri de tefriddir.
Tefrîd, hiçbir ilim ve hale takılmaksızın, kulun kalbinin sadece Allahu Teâlâ ile olmasıdır. Bu kul, Allahu Te-âlâ'nın bütün mevcudatı yaratmada tek olduğunu, kudretinin her şeyi kapladığını müşahede ettiği için sadece O'na yönelip bağlanmıştır.


OTUZ BEŞİNCİ BÖLÜM

RIZA MAKAMI

Haris el-Muhâsibî (rah) demiştir ki: "Rızâ, Allahu Teâlâ kulda hükmünü icra ederken, kalbin sükûnet içinde (ilâhî tecelliye teslim) olmasıdır."
Zünnûn el-Mısrî (rah), şöyle der: "Rızâ, başa gelen ilâhî tecelliler karşısında kalbin sevinç içinde olmasıdır."
Bu konuda Hz. Peygamber (s.a.v) şöyle buyurmuştur:
"Allah'a rab olarak razı olan kimse, imanın tadını tatmıştır."78
Diğer bir hadiste şöyle buyurulmuştur:
"Allahu Teâlâ hikmeti ile kalbin rahatlık ve sevincini rızâ ve yakînde yaratmış; kalbin hüzün ve elemini de şek ile ilâhî takdire kızmada yapmıştır."79
78  Müslim, "îmân", 56; Tirmizî, "îmân, 10; Müsned, I, 208.
79   Ebû Nuaym, Hilye, X, 42; Beyhaki, Şuâbü'l-îmân, nr. 207; İbn Ebü'd-Dünyâ, el-Yakîn, nr. 31 (Sahabeye ait mevkuf bir haber olarak)

Cüneyd-i Bağdadî (rah) demiştir ki: "Rızâ, kalbe ulaşan sağlam bir ilimdir. Gerçek ilim kalbe ulaşınca onu, Allah'tan razı olma haline götürür."
Rızâ ve muhabbet, korkuyla ümit gibi değildir. Rızâ ile muhabbet, dünya ve âhirette kuldan ayrılmazlar. Kul cennette de bu iki hali yaşar, onlara ihtiyacı bitmez.
İbn Atâ (rah) der ki: "Rızâ, Allahu Teâlâ'nın ezelde yapmış olduğu tercihe, kulun kalbinin sükûnet içinde tâbi olmasıdır. Hiç şüphesiz Allah kulu için en hayırlı olanı takdir etmiştir; öyleyse kul ilâhî takdire kızmayı terke-derek ona razı olmalıdır."
Ebû Türâb en-Nahşebî (rah) der ki: "Kalbinde bir parça dünya sevgisi bulunan kimse, Allah'tan razı olma haline ulaşamaz."

Serî es-Sakati (rah) demiştir ki: "Şu beş şey mukarrebbûn makamındaki velilerin ahlâkındandır:
1-  Nefsinin sevdiği ve sevmediği hususlarda Allahu1 Teâlâ'dan razı olmak.
2- Allah'a sevilmek için her çareye baş vurmak.
3- Yüce Allah'tan haya etmek (utanmak).
4- Allah ile ünsiyet (özel yakınlık) içinde olmak.
5- Allah'tan başka bütün varlıklardan uzaklaşmak."

Fudayl b. iyâz (rah) der ki: "Rızâ, kulun bulunduğu derecenin üstünde hiçbir şey temenni etmemesidir."
İbn Sem'un (rah) da şöyle der: "Rızâ Hak ile; Hak'tan ve Hak için olur. Hak ile rızâ, yüce Allah'ın tedbir ve tercihine rızâ göstermektir. Hak'tan rızâ, yüce Allah'ın taksim ve verdiğine razı olmaktır. Hak için rızâ ise, ilâh ve rab olarak yüce Allah'a razı olmaktır."
Ebû Sâid el-Harrâz'a (rah), "Kul aynı anda hem razı hem de kızgın olabilir mi?" diye sorduklarında, şu cevabı vermiştir:
"Evet, kulun rabbinden razı iken, nefsine ve kendisini Allahu Teâlâ'dan alıkoyan her şeye kızgın olması caizdir."
Hz. Ali'nin (r.a) oğlu Hz. Hasan'a (r.a) biri gelerek, "Ebû Zer, 'Bana, fakirlik zenginlikten, hastalık da sıhhatten daha sevimlidir!' diyor, siz buna ne dersiniz?" diye sordu; Hz. Hasan (r.a) şöyle karşılık verdi:
"Allah Ebû Zerr'e rahmetiyle muamele etsin. Bana sorarsanız, bu konudaki görüşüm şudur: Kim bütün işlerini Allahu Teâlâ'nın güzel tercihine bırakmış ise o, Allahu Teâlâ'nın kendisi için seçtiği halden başkasını temenni etmez."
Hz. Ali (r.a) demiştir ki: "Kim, rızâ sergisi üzerinde oturursa (yani devamlı rıza halinde olursa) ona, Allah'tan asla bir sıkıntı ulaşmaz. Kim de devamlı ondan bundan bir şeyler isteme haline düşmüşse, o da hiçbir halde yüce Allah'tan razı olmaz."
Şiblî (rah), Cüneyd-i Bağdadi'nin (rah) yanında: "Lâ havle ve lâ kuvvete illâ billâh" dedi. Cüneyd-i Bağdadî, "Senin bu sözün içinin (kalbinin) daralmış olduğunu gö-setiryor!" dedi. Şiblî, "Doğru söyledin" dedi. O zaman Cüneyd-i Bağdadî, "Kalbin daralması, ilâhî tecelliye razı olmamaktır!" uyarısında bulundu.
Cüneyd-i Bağdadi bu sözü, ona rızânın aslını hatırlatmak için söylemiştir. Durum böyledir; çünkü rızâ hali, kalbin genişleyip açılmasından ileri gelir.
Kalbin açılması yakîn nurundan kaynaklanır. Bu nur kulun iç âleminde yerleşince göğüs genişler, basîret (kalp gözü) açılır ve Ailahu Teâlâ'nın her işi en güzel şekilde tedbir ettiğini görür. O zaman kalpten ilâhî tecellilere kızma ve onlara karşı daralma hâlî çekilip alınır.
Kalbin açılması, içinde ilâhî muhabbetinin tadını taşır. Bu tadı tadan sadık kul, yüce sevgilinin bütün işlerine razı olur. Çünkü sevgili, sevdiğinin bütün işlerini kendi isteği ve tercihi gibi kabul eder. Sevgilinin yaptığı her iş, sevimlidir.
Hak âşıkları, bu yolda olmayan kimselerle içli dışlı olmaktan çekindikleri gibi, böyle kimselerin kendilerine hizmet etmesinden de hoşlanmazlar. Gerçek şu ki, onların yolunu sevmeyen kimse, çoğu kez, kendilerinden istifade etmekten daha çok, onlara bakarak zarara sebep olur.
Bir hadiste, "Mümin, müminin aynasıdır"80 buyurul-i muştur.
Sûfîler, ne zaman içlerindeki birinden ayrılık eseri görseler, ondan nefret ederler; çünkü ayrılık, nefsin ortaya çıkmasıyla meydana gelir. Nefsin orta çıkması, içinde bulunduğu vakitte gereken edebi zayi etmesindan
80 Buhârî, el-Edebü'l-Müfred, nr. 239; Ebû Dâvûd, Edeb, 49; Tabâ-rânî, el-Mu'cemü'l-Evsat, nr. 2135; Heyserni, Mecmau'z-Zevâid, VII, 264.
235
kaynaklanır. Ne zaman dervişin nefsi ortaya çıkarsa, onun gerçek sûfîlerin yolundan çıktığını anlarlar ve o kimsenin vaktin edebini zayi edip, nefsini kontrol etmeyi ihmal ettiğine ve güzel edebi terkettiğine hükmederler. Bu durumda onun, biraz mücadele edilerek sûfîlerin arasına döndürülmesi gerekir.

OTUZ ALTINCI BÖLÜM

GIYBETTEN SAKINDIRMA

Allahu Teâlâ bu konuda şöyle buyurmuştur:
"Sizden biri, ölmüş kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı? Bundan tiskindiniz değil mi? İşte gıybet de böyledir; öyleyse Allah'tan korkun ve birbirinizi gıybet etmeyi (arkadan çekiştirmeyi) terkedin.T
Ebû Hüreyre (r.a) anlatıyor: Bir adam Hz. Peygam-ber'in (s.a.v) yanında oturuyordu. Efendimiz (s.a.v) ayağa kalktı, fakat adam kalkmakta zorlandı. Orada bulunanlardan bazıları, "Falancı ne kadar âciz bir kimse, oturduğu yerden kalkamıyor!" dediler. Bunu işiten Hz. Peygamber (s.a.v), "Kardeşinizin etini yediniz ve onu gıybet ettiniz!' diye onları uyardı.82
Nakledildiğine göre Allahu Teâlâ Hz. Musa'ya (a.s) şöyle vahyetmiştir:
81   el-Hucurât 49/12.
82  Beyhakî, Şuabü'l-îman, nr. 6733; Süyûtî, ed-Dürrü'l-Mensûr, VII, 574.

"Kim gıybetten tövbe ederek ölürse o, cennete en son giren kimse olur. Kim de gıybette ısrar ederek ölürse o, cehenneme ilk önce giren kimse olur."
Anlatıldığına göre, İbrahim b. Edhem (rah) bir yemeğe davet edildi; o da davete katıldı. Meclistekiler, orada bulunmayan bir adamın gıybetini yaptılar. Bunu işiten İbrahim b. Edhem, "Bunu bana, insanların gıybet edildiği bir yerde bulunarak nefsim yaptı" diyerek oradan çıkıp gitti ve nefsine ceza olarak üç gün bir şey yemedi.
Şöyle denilmiştir: İnsanların gıybetini yapan kimsenin misali, bir mancınık dikip onunla iyiliklerini doğuya batıya atan kimseye benzer.
Şöyle anlatılmıştır: Kula kıyamet günü amel defteri verilir; içinde hiçbir hayır göremez. Bunun üzerine, "Benim namazım, orucum, taatim nerede?" diye sorar; kendisine şöyle denilir: "Yaptığın ameller, gıybetini yaptığın kimselere verildi."
Denilmiştir ki: "Bir mümin gıybet edildiği zaman, Allahu Teâlâ onun günahlarının yarısını affeder."

Şöyle nakledilir: Âhirette bir kula amel defteri verilir; içinde hiç yapmadığı birçok iyilik görür; bunları yapmadığını söyleyince, kendisine, "Bunlar, senin haberin yokken insanların senin hakkında yaptıkları gıybetin karşılığıdır" denilir.
Hasan-ı Basrî'ye (rah) biri gelerek, "Falan adam senin gıybetini yaptı" dedi. Bunu duyan hazret, adama bir tabak tatlı göndererek ona, "Duyduğuma göre sen (gıybetimi
yaparak) bana iyiliklerini hediye etmişsin; bu tatlıyı o hediyene karşılık olarak gönderiyorum" demiştir.

Cüneyd-i Bağdadî (rah) şu hadiseyi anlatır:
"Bağdat'ta bir yerde cenaze namazı kılmak için bekliyordum. O sırada bir fakir gördüm, üzerinde ibadet ehlinin alâmeti vardı, insanlardan bir şeyler dileniyordu; içimden kendi kendime, 'Keşke şu adam kendisini dilenmekten kurtaracak bir iş yapsaydı, onun için daha güzel olurdu!" diye düşündüm, işim bitince evime döndüm. Gece virdim vardı, onu bitirince uyudum. O fakir adamı rüyamda gördüm; onu bir tepsi içine uzatmışlardı, bana, 'Onun etini ye, sen onun gıybetini yaptın!' denildi. Durumu anladım ve, 'Ben dilimle onun gıybetini etmedim; sadece içimden geçirmiştim' dedim. O zaman bana,
'Sen, kalbinden geçirmek şeklinde de olsa, kendisinden bu tür bir işe razı olunmayacak kimselerdensin; git adamdan helâllik iste' denildi. Sabah olunca adamı aramaya başladım; onu, yıkama esnasında su içine düşen sebze yapraklarını toplarken gördüm, kendisine selâm verdim, bana künyemle hitap ederek,
'Ey Ebü'l-Kasım, bir daha böyle bir şey yapar mısın?' diye sordu; ben, 'Hayır, yapmam' dedim. Bunun üzerine derviş, 'Allah bizi ve seni affetsin' dedi."


OTUZ YEDİNCİ BÖLÜM

FÜTÜVVET AHLÂKI

Fetâ (Allah yolunda yiğit ve cömert insan), nefsinin işlerini tedbirden, malından ve evladından geçip hepsini, bütün varlığın sahibi yüce Allah'a hibe ve feda eden kimsedir. Aslında hibe ettiği şeyler kendisine ait değildir; onlar yüce Allah'ın olup şu âyette istenen yolda harcanmıştır:
"Şüphesiz Allah, müminlerden, kendilerine cenneti vermek karşılığında canlarını ve mallarını satın almıştır.'*3
Feta (Allah yolunda yiğit ve cömert insan), Allahu Te-âlâ'nın şu âyetindeki ahlâk ile ahlâklanmıştır:
"Şüphesiz Allah adaleti, iyiliği, akrabaya yardımı emreder; çirkin işleri, fenalık ve azgınlığı yasaklar. O, düşünüp Masınız diye size öğüt veriyor.*4
Mert insan, yüce Allah'a itaat olarak adalet, iyilik ve ihsan namına ne kadar hayırlı amel varsa, hepsini yapmaya
83  et-Tevbe 9/111.
84  en-Nahl 16/90.
240
çalışır, yüce Allah'a isyan olan ne kadar kötü iş varsa hepsini terkeder.
Halkın cömertliği malıyla olur. Seçkin kulların cömertliği malı ve amelleriyle olur. Seçkin kulların içindeki seçilmiş ariflerin cömertliği malı, ameli ve manevî halleriyle olur. Peygamberlerin cömertliği ise mal, amel, hal ve manevî sırlarla olur.
Fetanın (Allah yolunda yiğit insanın) içinde bir davası olmadığı gibi dışında da yapmacık ve gösteriş türü bir ameli yoktur. Onunla Allah arasındaki sırrı (gizli halini) kendi sadrı (göğsü) bile bilemez; nerede kaldı halk bilsin!
Fetânın (Allah yolunda yiğit insanın) ahlâklarından bazısı da şunlardır: O, halka rıza gözüyle bakar (herkesin haline rızâ gösterir); nefsine ise kızar (onun hiçbir haline rıza göstermez.)
Bu kimse, kendisinden üstte, kendisiyle aynı seviyede ve altta bulunan herkesin hakkını bilir ve korur. Din kardeşleri için bir hata, küçük düşürücü durum ve yalan düşünmez, onları böyle bir duruma düşürmez.
O bütün müminlere velî gözüyle bakar, hiçbirini kötü görmez. Ancak açıkça dine aykırı iş yapanın işine kızar; yapılan kötülüğü müslüman kardeşine değil, şeytana ait görür. Böyle düşünen bir kimse, kötü işleri yüce Allah'a nasıl nisbet eder? O, bir günah gördüğünde onu fiilen eliyle ve diliyle düzeltmeye çalışır; buna gücü yetmezse kalbiyle kötülük yapanı terkeder, kötü işten nefret eder.
Fetâ (Allah yolunda yiğit insan), halktan ümidini keser; onlardan bir şey istemeyi ve halini arzetmeyi terkeder.
241
Fakirliğini gizler; zenginliğini açıklar. Boş davaları terkeder, gizli mânaları gizler, eziyetlere sabreder. Başkasının isteğini kendi nefsine tercih eder; bunu ahlâk ve amel olarak gösterir.
O, hep başkasının ihtiyaçlarını görmekle uğraşır. Verdiği iyiliği asla başa kakmaz; kimseyi minnet altına sokmaz. Kimseden, kendisine ait hakkı yerine getirmesini istemez; fakat nefsinden herkesin hakkını yerine getirmesini ister. Yaptığı bütün işlerde herkesi kendisinden faziletli, nefsini ise devamlı kusurlu görür. Yaptığı hiçbir şeyi çok bulmaz.
Fetânın (Allah yolunda yiğit insanın) bir hali de, nefsinin bütün keyiflerini terketmesidir. Onun yanında halkın kendisini övmesi ile kötülemesi birdir.
O, doğru konuşur, sözünde durur, cömerttir, haya sahibidir, güzel ahlâklıdır, şeref sahibidir, din kardeşleriyle hoş geçinir, arkadaşlarından kötü şeyler işitmekten uzak durur, sözünü ve anlaşmasını en güzel şekilde yerine getirir; kin, haset, aldatma gibi kötü ahlâklardan uzaktır.
Mert insan, Allah için sever, Allah için kızar. Malı ve makamıyla imkanı ölçüsünde kardeşlerinin hizmetindedir. Onları yaptığı iyilikle minnet altına sokmaz; yaptığını asla başa kakmaz. İyilerle beraber olur; kötülerden kaçar. Rabbi için kendi nefsine düşman olur, başkası ile çekişmez. Sürekli nefsinin kötü arzularını kırıp temizlemekle uğraşır. Bu konuda şöyle denilmiştir:
"Gerçek yiğit insan, içindeki putları (kötü arzuları) kıran kimsedir."

Fetâ (Allah yolunda yiğit insan,) hiçbir fakirden fakirliğinden dolayı nefret etmez, zenginle de zenginliğinden dolayı çekişmez.                                                            :
Her iki dünyadan da yüz çevirip gönlünü çekmiştir. '
Onun yanında vatanında duran ile diyar diyar dolaşan birdir; tanıdığı ile tanımadığının bir farkı yoktur.
Dünya malını yeme konusunda velî ile kâfir arasında bir ayırım yapmaz; dünyayı kimin yediğine bakmaz.    f
Kenarda mal biriktirmez.                                          ';
Kimseye özür dileyecek bir hale düşmez.
Sahip olduğu dünya nimetlerini saklamaz, olanı halkla paylaşır; fakat kalbindeki ilâhî muhabbeti herkesten gizler.
Bir aile ve topluluk içinde olduğunda, kendisine mal olarak az verilmiş çok verilmiş aldırmaz, edep halini bozmaz.
Hiç kimseyi utandırmaz, onu halk içinde mahcup edecek duruma düşürmez. Ancak dinimizin emri gereği olursa, o zaman herkese gerekli muameleyi yapar.
Arkadaşından bir kazanç elde etmez.
Ondan çıkan mal, kendisine göre dönmez, verdiğini geri almaz.
Kendisine bir nimet verilirse şükreder, verilmezse sabreder. Hatta, kendisine nimet verilince, başkasını nefsine tercih eder, bir şey verilmezse şükreder.
Fütüvvet, halk ile meşgul olup Hak'tan kopmamaktır.
Arifin fütüvveti (cömertliği) tanıdığı yüce rabbine göre olur; başkasının fütüvveti ise, alışıp bildiği şeylere göre olur.


Gerçek cömertlik, dünya ve âhirete ait bütün konularda, din kardeşlerinin hakkını, payını ve zevkini, kendi hak ve zevklerine tercih etmektir.
Cömertlik, istenmeden önce vermektir. Verdiğinde başa kakmayı, karşı tarafı minnet altına sokmayı terket-mektir. Vermede acele etmek, verdiğini az bulmak ve gizlemektir.
Bundan da öte cömertlik, son derece hayâlı bir şekilde nefsini, ruhunu ve malını Allah için halka feda etmektir.
Cömertlik, müslümanların yüzünde isteme zilletini görmekten hoşlanmayıp, onları bu zillete düşürmeden ihtiyaçlarını kendilerine ulaştırmaktır.
İnsanların elindeki maldan gözünü ve gönlünü çekmek, onlara kendi malından bolca iyilikte bulunmaktan ve kanaate sarılmaktan daha büyük bir ahlâktır.
İlâhî takdire rızâ göstermek, insanlara iyilik ahlâkından daha büyüktür.
Bütün bunlardan daha büyük olan ise, insanlara hikmetle yani doğru ilim, isabetli görüş, faydalı söz ve güzel ahlâkla cömertlik ve iyilik yapmaktır.

OTUZ SEKİZİNCİ BÖLÜM

GÜZEL AHLAKLAR

Allahu Teâlâ bir âyetinde buyurmuştur ki: "Affa sarıl, iyiliği emret, cahillerden yüz çevir.m5
Âyetin mânası şudur: Sana zulmedeni affet; sana vermeyene sen ihsan et, sana gelmeyene sen git; sana karşı cahillik eden kimseden yüz çevir, ona karşılık verme; sana kötüylük edene sen iyilikte bulun.
Hz. Peygamber (s.a.v), güzeİ ahlâkı tamamlamak için gönderilmiştir. O, kendisine eziyet eden, davetini inkâra giden kavmi için şöyle dua etmiştir:
"Allahıml Bu kavmimi affet; onlar bilmiyorlar. T
Cömertlik ve güzel ahlâktan bazıları şunlardır:
Selâmı yaymak, herkese selâm vermek. Yemek yedirmek. Akrabaya gidip gelmek ve onlarla ilgilenmek. İnsanlar uyurken kalkıp gece namazı kılmak.
85  el-A'râf7/199.
86   Buhârî, "Enbiyâ," 52; Müslim, "Cihâd," 105; İbnu Mâce, "Fiten," 23; Kurtubi, el-Câmi IV, 189; Kâdî İyâz, eş-Şifâ, I, 95.
Güzel ahlâka ulaşmak, haramları terketmekle mümkündür.
Güzel ahlâk, cennet ehlinin ahlâkıdır. Güzel ahlâkın başı tatlı sözdür; onu şerefli işler takip eder.
İyilik sahiplerinin mükâfatı, yaptıkları iyilikten daha fazlasıyla karşılık bulur.
Güzel ahlâk sahibi olan kimse, seni kendisinden bir şey istemeye muhtaç etmez; senin neye hacetin varsa, sen söylemeden o sana ulaştırır.
Düşük tabiatlı kimseler, bir iyilik yaptıklarında, devamlı onunla övünürken; şerefli insanlar, yaptığı iyiliği yetersiz bulup özür dilemekle uğraşırlar.
Şunlar da güzel ahlâktandır: Kardeşlerin hatasına göz yummak, onların ihtiyacını yerine getirmek için koşmak; dünya malını ihtiyacı olanın önüne atmak.


OTUZ DOKUZUNCU BÖLÜM

KANAAT

Allahu Teâlâ buyurmuştur ki:    
"Erkek ve kadınlardan kim, mümin olarak güzel amel işlerse, biz onu temiz ve hoş bir hayat içinde yaşatırız.T
Müfessirlerin çoğu, dünyada yaşanacak hoş hayatın kanaat olduğunu belirtmişlerdir. Kanaat, Allahu Te-âlâ'dan kuluna bir hediyedir. Hz. Resûlullah Efendimiz (s.a.v) buyurmuştur ki:
"Kanaat, tükenmeyen bir hazinedir.>B8
Diğer bir haberde şöyle buyurulmuştur:
"Kim yakın arkadaş isterse, Allah yeter. Kim muhabbet edecek dost isterse Kur'an yeter. Kim zenginlik isterse kanaat yeter. Kim vaiz isterse, ölüm yeter. Bunların yetmediği kimseye de cehennem yeter."89
87  en-Nahl 16/97.
88  Taberânî, el-Mu'cemü'l-Evsat, nr. 6918. Biraz farklı lafızlarla bkz: Kudâî, Müsnedü'ş-Şihab, I, 63; ibn Adî, el-Kâmil, IV, 191; Süyû-tî, el-Câmiu's-Sagîr, nr. 6193.
89  Benzer bir hadis için bkz: Beyhaki, Şuabü'l-îmân, nr. 10556; ibn Ebü'd-Dünyâ, el-Yakîn, No. 31.

Ebû Hüreyre'nin (r.a) rivayet ettiği bir hadiste, Hz. Resûlullah Efendimiz (s.a.v) şöyle buyurmuştur:
"Şüpheli şeylerden sakın ki, insanların en güzel ibadet edeni olasın. Kanaat sahibi ol ki, insanların en çok şükredeni olasın. Kendin için sevdiğin şeyleri, mümin kardeşlerin için de sev ki, gerçek mümin olasın. Yakın komşuna iyilik et ki, gerçek mümin olasın. Gülmeyi azalt, şüphesiz çok gülmek kalbi öldürür.T
"Allah onları güzel bir rızık ile rızıklandırı^ âyetinin tefsirinde, güzel rızkın kanaat olduğu söylenmiştir.
Vehb (rah) demiştir ki: "İzzet ve zenginlik çıkıp kâinatı dolaşırlar; nerede kanaatle karışlaşırlarsa, orada yerleşirler."
Zebur'da şöyle geçmiştir: "Kanaat sahibi karnı aç da olsa zengindir."
Tevrat'ta şöyle geçmiştir: "Ey ademoğlu! Kanaat et ki zengin olasın. İnsanlardan uzak kal ki, tehlikelerinden selâmet bulasın. Hasedi terkedersen şerefini gösterirsin; az yorulur, çok istirahat edersin."
Şöyle denilmiştir; "Allahu Teâlâ, beş şeyi, şu beş şeyin içine koydu: İzzet ve şerefi, kendisine taatte. Zilleti, günahta. Heybeti, gece ibadetinde. Hikmeti, aç karında. Zenginliği kanaatte."
90  Ebû Nuaym, Hilye, X, 365; Beyaki, Şuabu'l-lmân, nr. 11127; Kudâî, Müsnedü'ş-Şihâb, I, 639; Süyûtî, el-Câmiu's-Sagir, nr. 6422.
91   el-Hac 22/58.
Bir âlim der ki: "Düşmanından kısas yoluyla intikam aldığın gibi nefsinin mal hırsından da kanaat ile intikam al!"

Denilmiştir ki: "Kimin gözü insanların elindeki mala takılırsa, onun üzüntüsü çok olur."
Anlatıldığına göre, Bâyezîd-i Bistâmî (rah), çölde bir arkadaşıyla birlikte elbisesini yıkadı. Arkadaşı, "Elbiseyi üzüm bağının duvarına asalım" dedi. Bâyezîd-i Bistâmî, "Çamaşır kazığını insanların duvarına çakma" dedi. Arkadaşı, "Öyleyse ağaçlara asalım" dedi, Bâyezîd-i Bistâmî: "Olmaz, çünkü çamaşır ağacın dallarını kırabilir"' dedi. Arkadaşı, "O halda otların üzerine serelim" dedi, Bâyezîd-i Bistâmî, "Olmaz, otlar hayvanların yiyeceğidir; onlara zarar verebilir" dedi.
Sonra arkasını güneşe döndü; gömleğini sırtına aldı, bir tarafını kuruttu; ardından öbür tarafını çevirdi, orayı da kuruttu; böylece işini gördü.

KIRKINCI BÖLÜM

İNSANLARDAN BİR ŞEY İSTEMENİN HÜKMÜ

Kim yanında günlük yiyeceği varken insanlardan bir şey isterse, zayıf ve miskinlerin yolunu kesmiş, onların hakkını engellemiş olur.
Kimin niyeti âhireti kazanmak olursa, Ailahu Teâlâ onun kalbine zenginlik koyar; dağınık işlerini toplar; dünya ona koşarak gelir. Kimin derdi dünya toplamak olursa, Allah" onan gözü önüne fakirliği koyar; işlerini dağıtır, düzenini bozar; dünya da ona ancak nasibi kadar gelir.
Kim bütün düşüncesini tek noktada toplarsa (Allah rızâsına yönelirse), Allah onun dünya ve âhiret dertlerini dindirir. Kim türlü türlü dünya dertlerini tasa edinirse, Al-lahu Teâlâ onun hangi tasadan helak olduğuna aldırmaz.
Başından sonuna kadar bütün dünya, esasen bir saat sıkıntı çekmeye, dert etmeye değmez; artık şu kısa ömründe eline geçen azıcık dünya için nasıl gam ve keder çekmeye değer!
Kim, Allahu Teâlâ'nın kendisine taksim ettiği rızka razı olursa, Allah onun malına bereket verir ve onu çoğaltır.
Kim dilenmekten kendini korursa, ona en hayırlı nimet verilmiştir. Kim ona muhtaç olmuşsa, ona dilenmek basit olur.
Eğer dünyada hür olarak yaşamak istersen, ihtiyacını nefsinden başkasına yükleme; kanaate sarıl. Hür bir hak yolcusunun, bütün istedikleri yüce Mevlâ'sının katında mevcut iken, gidip bir kulun önünde zelil olması nasıl uygun olur?
Eğer insanlar, dilenmedeki zillet ve zararı bilselerdi, hiç kimse başkasından bir şey istemezdi. Şayet insanlar da, kendilerinden bir şey isteyen kimsenin hakkının ne kadar büyük olduğunu bilselerdi, hiç kimseyi asla boş çevirmezlerdi.
Eğer dilenen kimse, gerçekten tam ihtiyaç içinde olup doğru söylemiş olsa, ona bir şey vermeden geri çevirenler, kendilerini temize çıkaramaz, azaptan kurtulamazlar.
Bir kimse, gidip bir adamdan hacetini görmesini istese, o adam hacetini görsün veya görmesin, isteyen kimsenin kırk gün yüzünün suyu akar (utanç içinde yaşar.)
251


HALKA ŞEFKATLE MUAMELE

Bil ki, yüce Allah'ın yarattığı varlıklara şefkat göstermek, yüce Allah'ın emrini yüceltmektir.
Halka şefkat şöyle olur: Senden bir şey isterlerse verirsin. Onlara, taşıyamadıkları yükü yüklemezsin.
Kendileriyle akıllarının seviyesine göre konuşur, onlara bilmedikleri dillerden ve hallerden bahsetmezsin.
Onların sevincine ortak olursun, üzüntülerini paylaşırsın.
Bütün düşüncen, onlara din ve dünyaları için nasıl faydalı olacağın, yine dinleri ve dünyalarına zarar veren şeyleri nasıl gidereceğin olmalıdır.
İnsanlara karşı öyle şefkatli olmalısın ki, birinin yüzüne sinek konacak olsa, bu senin kalbini sızlatmalı.
Her müminin kalbini Allah için hoş tutmalısın, bu senin için birçok hac ve savaştan daha sevimli olmalı.
252
Din kardeşinin izzet ve şerefini, nefsinin şerefine tercih etmelisin; aynı şekilde nefsini zelil etmeyi, din kardeşinin zelil olmasına tercih etmelisin.
Bunları başarabilirsen, yüce Allah'ın kullarına şefkatle davranmış ve büyük bir fazileti elde etmiş olursun.
Kulunu hayırlarda muvaffak eden yüce Allah'tır.
253


GÜNAHLARIN ÂFETLERİ

Ne mutlu o kimseye ki, öldüğünde, günahları da kendisiyle birlikte ölür (kimseye kötülüğünü bulaştırmadan ve ulaştırmadan çekip gider.)
Denilir ki: Günahların en büyüğü, bir kimsenin hiç tanımadığı ve hiç görmediği kimselere (onların arkasından çekiştirerek, gıybetini yaparak, haksız yere karalayarak, kendilerine) zulmetmesidir.
Kim, yüce Allah'a itaat ederse, Allah, her şeyi onun emrine bağlar. Kim de Allah'a isyan ederse, Allah onu her şeyin hizmetine koşturur ve her şeyi ona musallat eder.
Şayet günahta ısrar etmenin uğursuzluğu olarak kulun dünyada başına gelen cezalardan başkası olmasaydı, onlar bile yeterdi. Bu cezalar farklı şekillerde olur. Günahta ısrar eden kimse için zenginlik, fakirlik, sıhhat ve hastalık duruma göre birer ceza şekli olabilir. Günahı terketmenin faydası olarak yukarıdaki ceza şekillerinin zıddı olan şeyler bile yeterli olurdu.
Gerçekten kul, işlediği günahlar yüzünden maddî ve manevî rızıklardan mahrum olur.
254
Kulun lanetlenmesine sebep olan, yüzünün siyahlaşması veya malının noksanlaşması değildir; asıl laneti çeken durum, kulun bir günahtan çıkıp onun benzeri yahut ondan daha beteri başka bir günaha dalmasıdır.
Tövbe etmede, günah işlemedeki halinden daha âciz olma! Şunu bil ki, günaha dalan insanın tövbeye de gücü vardır, bunu unutma!
Zamanın değişmesi, sana karşı din kardeşlerinin tavırlarının farklılaşması, hanımının davranışlarının kötüleşmesi, işlediğin günahlar yüzünden başına gelmektedir. Hatta, binek hayvanının huyunun kötüleşmesi, evinde farelerin eşyalarına zarar vermesi, ezberindeki Kur'an'ı veya ilimden bir bölümü unutman yahut Kur'an tilâvetinden mahrum olman bile, işlediğin günahlarının sonucu olarak başına gelmektedir.
Başa gelen ceza, kulun çektiği şiddet ve meşakkatine göre olmaktadır. Herkesin cezası, günaha ortak olması nisbetindedir. Rüyada ihtilâm olmak bile, hak yolcuları için bir ceza çeşididir.
Bazan bir günahın cezası, onun benzeri başka bir günaha düşmek olur. Günahlar büyüdüğü zaman, böyle olur.
İyi işlerde de durum böyledir; iyilik iyiliğe götürür.
Hayra koşmak, kötülükten kaçmak ancak yüce Allah'ın yardımı ile mümkündür.


KIRK ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

KURBİYET EHLİ (ALLAH'A YAKLAŞMIŞ) ARİFLERİN NAMAZI

Namaza durduğun zaman, dünyayı ve içindekileri unut; kıyamet gününde yöneleceğin gibi, yüce Allah'a yönel. Âhirette O'nunla senin aranda hiçbir tercüman olmadan Allah'ın huzurundaki duruşunu düşün; O sana yönelmiş hitap ediyor, sen de kimin huzurunda durduğunu biliyorsun. O, her şeyin sahibi ve hâkimi yüce Allah'tır.
Ariflerden birine, "Namaza giriş tekbiri nasıl alınır?" diye sorulunca, şöyle demiştir:
"Allahü ekber (Allah büyüktür) dediğin zaman, O'nunla beraber olduğunu düşün ve Allah lafzındaki şu mânaları bil: 'Allah lafzının başındaki elif, tazim (yüceltmek) içindir. Ortasındaki lâm, heybet (ululuk) içindir. Sonundaki hâ ise, murakabe (yüce zâtın tecellilerini müşahede) ve fark (zât-ı bârinin bütün varlıklardan ayrı olduğunu) düşünmek içindir.'

Şunu bil: İnsanlar içinde öyle yüce zâtlar vardır ki, namaza başlarken "Allahü ekber" dediğinde, yüce Allah'ın azametini (yüceliğini) müşahede içinde kaybolur; başından sonuna kadar bütün kâinat, bir çöldeki hardal tanesi gibi, onun nurla genişleyen kalbinin boşluğunda küçülür; sonra o küçük parçayı da kalbinden atar. Artık o, şeytandan gelecek vesveseden, nefsin fısıltılarından ve iç âleminde hayale gelen hiçbir şeyden korkmaz. Çünkü bütün bunlar, kalpte hardal tanesi mesabesinde olup dışarı atılan kâinatın içindeki şeylerdir. Böyle bir kula, vesvese nasıl hücum edip kalbini rahatsız eder.
Allahu Teâlâ en iyisini bilir.
Yüce Allah, bizleri ve sizleri kendisine yakınlaştırdığı dostlarından, ilmi ile amel eden âlimlerden ve ihlâs sahibi seçkin kullarından etsin.
Yüce Allah, peygamberlerin sonuncusu, âhirette yüzleri nur gibi parlayan ümmetinin rehberi Efendimiz Hz. Muhammed'e salat ve selam etsin. Yüce Allah ayrıca, Efendimizin (s.a.v) şerefli ailesine, ilâhî yakınlığa ulaşmış ashabına, temiz zevcelerine, ihlâslı zürriyetine, diğer bütün peygamberlere ve ilâhî yakınlıkla şereflenmiş meleklere salât ve selâm etsin.
Hamdolsun âlemlerin rabbi yüce Allah'a.

Arka kapak yazısı:

hak yolunun esasları

İmam Gazali (rah), bu eserde itikad, edep, güzel ahlak ve seyru sülük konularında en lazım bilgileri özlü bir şekilde ortaya koymakta; aynı zamanda Ehl-i Sünnet itikadına aykırı olan mezhep ve düşünceleri değerlendirip reddetmektedir.

İhyau Ulûmi'd-Din kitabının özeti niteliğindeki eser, bu yönüyle tasavvuf terbiyesinin  ilmihâli durumundadır

En Çok Okunan Yazılar