16 Ağustos 2018 Perşembe

Tasavvufî Hikmetler...

181. Kendi iyiliklerinin yaygınlığından söz edenleri günah ve masiyet susturur. Halbuki Allah’ın ihsanın bolluğundan bahsedenleri günah ve hata susturamaz. 

Hikem-i Ataiyye (Tasavvufî Hikmetler),Hazırlayan: Prof. Dr. Mustafa Kara, Dergah Yayınları

Tasavvufi Hikmetler...


13. Dünyanın ve maddenin şekilleriyle aynası kirlenmiş olan kalp nasıl parlar. Şehvetleriyle bağlanmış olan kalp Allah’a doğru nasıl yol alır. Gafletlerin kirinden temizlenmemiş olduğu halde Allah’ın huzuruna girmeyi nasıl arzu eder, saçma sapan şeylerden vazgeçmeden sırların inceliklerini anlamayı nasıl ümid edebilir? 

Hikem-i Ataiyye (Tassavvufî Hikmetler),
Hazırlayan: Prof. Dr. Mustafa Kara, 
Dergah Yayınları

TOPRAKTAKİ MÜTHİŞ SIR...


Canlı-cansız bütün varlıkların, vücûd cevheri itibariyle aslı “toprak”tır. Toprağın değişerek şekilden şekile bürünmesi, canlıları vücûda getirir.
Mesnevî’de: “Her meyvenin tohumu, önce yerdedir. Yere girer, ondan sonra yerden başkaldırır, yükselir.”
“Bütün nimetlerin asılları, gökten toprağa yağdı, toprağın altına girdi. Ondan sonra tertemiz cana gıda oldu.” (c.3, 459-460)
Canlı-cansız bütün varlıkların, vücûd cevheri itibariyle aslı “toprak”tır. Toprağın değişerek şekilden şekile bürünmesi, canlıları vücûda getirir. Cenâb-ı Hak, dünyamızın dörtte üçünü su ile kaplamış ve ancak dörtte birini kara olarak bırakmıştır. Bu dörtte birin de belki ancak dörtte birinin otuz santimlik tabakası bitki yetiştirmeye müsâiddir. Bu demek oluyor ki, dünyanın yüzölçümü itibariyle, ancak onaltıda birini teşkil eden kısmında mevcut toprak, dünyaya gelmiş ve gelecek nebât, hayvan ve insanların bedenlerinin teşekkülü için tükenmez bir hazine olmuştur. Cenâb-ı Hak, onu nihâyetsiz bir istihâle (değişim) kanununa tâbî kılmış ve sayısız beden için onu yegâne bir sermaye hâline getirmiştir. Eğer -ezelden ebede- dünyaya gelecek olan nebât veya hayvanlardan bir çeşidi, dünyaya toptan gelmiş olsaydı; mekân ve gıda o bir tek nev’e bile kâfî gelmezdi. Bunu farazâ, bir çam ağacı veya fil için düşünebilirsiniz. İnsan da aynı durumdadır. Bütün insanlar aynı anda dünyaya gelmiş olsaydı; ne beslenme, ne de adım atacak bir imkân bulabilirlerdi. Bundan dolayıdır ki, Cenâb-ı Hak, bütün mahlûkâtını aslı toprak olan bir sermayeyi kullanarak ilâhî bir tanzimle “nöbetleşe” dünyaya gönderir. Hayat, her canlı varlık için toprakta başlar ve yine onda biter.
TOPRAĞIN İLGİNÇ ÖZELLİĞİ
İnsan topraktan yaratıldığı için toprağın özelliklerini taşır. Toprak, zaman za­man kurur, sıcaktan kavrulur, suya hasret çeker. Bir mevsim kışın cefâsına katlanır. Zamanı gelir, bol bahar yağmurları ile yeniden dirilir. Binbir güzellik, renk, koku ve âhengi ile ilâhî kudret akışlarını sergiler. İnsan da böyledir. Hayat ihtirasının girdapla­rında, çöllerdeki kum fırtınaları gibi çalkalanır durur. Nefsin sultasında kendisini perîşân eder. Ancak nefs engelini aşması neticesinde, kâmilleşir. Toprağın bahar yağmurlarından hayat bulduğu gibi feyz ve rahmet tecellîlerine nâil olarak diğergâm­laşır. Böylece kendisine gelen nîmetleri, bir bahâr bereketinin güzellik ve bolluğu içerisinde Allâh rızâsı için münbit topraklar misâli etrâfına infâk eder.
Hazret-i Mevlânâ’nın verdiği tohum misali, o tohumdan meydana gelen bitkinin ya doğrudan doğruya, ya da bir silsilelenmenin sonunda, yine toprağa döndüğünü ifade etmektedir. Bu kanundan, hiçbir canlı varlık hâriç kalamaz. Bu hâl, kâinâttaki sayısız azamet-i ilâhiyye tecellîlerinden biridir. Tefekkür sahiplerine ne mutlu!.. Âyet-i kerîmede şöyle buyurulmaktadır:
“İnsan, yediğine bir baksın!.. Şöyle ki: Yağmurlar yağdırdık. Sonra toprağı göz göz yardık da oradan ekinler, üzüm bağları, sebzeler, zeytin ve hurma ağaçları, iri ve sık ağaçlı bahçeler, meyveler ve çayırlar bitirdik. (Bütün bunlar) sizi ve hayvanlarınızı faydalandırmak içindir.”(Abese, 24-32)
Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Âb-ı Hayat Katreleri, Erkam Yayınları

PEYGAMBERİMİZİN İLK AMELİ...


peygamber tasavvuf

Peygamberimiz ge­ce­le­ri ayak­la­rı şi­şin­ce­ye ka­dar göz­yaş­la­rı için­de kul­luk ve ibâ­de­te devâm et­miş, göz­le­ri uyu­sa bi­le kal­bi dâimâ uya­nık kal­mış, Al­lâh’ın zik­rin­den, te­fek­kür ve mu­râ­ka­be­sin­den bir an bi­le uzaklaşmamıştır.
Peygamber Efendimiz’in örnek yaşayışı, Rabbimizin kullarında görmeyi murâd ettiği mânevî tekâmül için tefekkürün ne kadar lüzumlu olduğunu açıkça ortaya koymaktadır. Zîrâ O, ge­ce­le­ri ayak­la­rı şi­şin­ce­ye ka­dar göz­yaş­la­rı için­de kul­luk ve ibâ­de­te devâm et­miş, göz­le­ri uyu­sa bi­le kal­bi dâimâ uya­nık kal­mış, Al­lâh’ın zik­rin­den, te­fek­kür ve mu­râ­ka­be­sin­den bir an bi­le uzaklaşmamıştır.
PEYGAMBERİMİZİ NAMAZDA AĞLATAN HADİSE
Hz. Ayşe vâlidemiz, Allah Resûlü’nün kalbî rikkatine ve tefekkür ufkuna dâir bir misâli şöyle nakleder:
“Bir gece Resûlullah bana:
«–Ey Ayşe! İzin verirsen, geceyi Rabbime ibâdet ederek geçireyim.» dedi. Ben de:
«–Vallâhi Sen’inle berâber olmayı çok severim, ancak Sen’i sevindiren şeyi daha çok severim.» dedim. Sonra kalktı, güzelce abdest aldı ve namaza durdu. Ağlıyordu… O kadar ağladı ki; mübârek sakalları, elbisesi, hattâ secde ettiği yer sırılsıklam oldu.
O, bu hâldeyken Bilâl (r.a.) ezan okumaya geldi ve Allah Resûlü’nü perişan bir hâlde buldu. Resulullah’ın ağladığını görünce, O’nu bu kadar mahzun ve mağmûm eden hâdisenin ne olduğunu merak ederek:
«–Yâ Resûlallâh! Allah Teâlâ sizin geçmiş ve gelecek bütün günahlarınızı bağışladığı hâlde niçin ağlıyorsunuz?» diye sordu. Bunun üzerine Efendimiz:
«–Allâh’a çok şükreden bir kul olmayayım mı? Vallâhi bu gece bana öyle âyetler indirildi ki, onu okuyup da üzerinde tefekkür etmeyenlere yazıklar olsun!» dedi ve şu âyetleri okudu:
«Şüphesiz ki göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün birbiri ardınca gelişinde, akl-ı selîm sâhipleri için (Allâh’ın birliğini gösteren) kesin deliller vardır.
Onlar, ayakta dururken, otururken, yanları üzerine yatarken (her an) Allâh’ı zikrederler; göklerin ve yerin yaratılışı hakkında derin derin tefekkür ederler ve:
Rabbimiz! Sen bunları boşuna yaratmadın. Sen’i tesbîh ederiz; bizi cehennem azâbından koru! (derler) (Âl-i İmrân, 190-191) (İbn-i Hibbân, II, 386; Âlûsî, Rûhu’l-Meânî, IV, 157)
İşte bu âyet-i kerîmeler nâzil olduğu gece Allah Resûlü, güller üzerindeki şebnemleri imrendirecek gözyaşları ile sabaha kadar ağlamıştı. Mü’minlerin, ilâhî kudret ve azamet tecellîlerini tefekkür ile dökecekleri gözyaşları da, Allâh’ın lutfu ile, fânî gecelerin ziyneti, kabir karanlıklarının aydınlığı, cennet bahçelerinin şebnemleri olacaktır.
PEYGAMBERİMİZİN TEFEKKÜR HAYATI
Peygamber Efendimiz, tefekkür husûsundaki fermân-ı ilâhîye, daha risâlet vazîfesine başlamadan önce bile, Hira Mağarası’ndaki inzivâ ve tefekkür hayâtı ile tâbî olmuş durumda idi. O’nun Hira’daki ibâdeti, tefekkür etmek, atası İbrâhim (r.a.) gibi göklerin ve yerin melekûtundan ibret almak ve Kâbe’yi seyretmek şeklindeydi.[1] O günlerde olduğu gibi Resûlullah, daha sonraki hayâtında da dâimâ hüzünlü ve tefekkür hâlinde idi. Konuşması zikir, sükûtu tefekkür idi. Nitekim hadîs-i şerîflerinde şöyle buyurmuşlardı:
“Rabbim bana sükûtumun tefekkür olmasını emretti, (ben de size tavsiye ediyorum.)”[2]
“Al­lâh’ın ya­rat­tık­la­rı üze­rin­de te­fek­kür edin…” (Dey­le­mî, II, 56; Hey­se­mî, I, 81)
“Tefekkür gibi ibâdet yoktur.” (Ali el-Müttakî, XVI, 121)
Ahmed er-Rifâî (k.s.) da şöyle buyurur:
“Te­fek­kür, Resûlullah’ın ilk ame­li­dir. Ni­te­kim bü­tün farz­lar­dan ön­ce O’nun ibâ­de­ti, Al­lâh’ın mahlûkâtı­nı ve nîmet­le­ri­ni tefekkürden ibâ­ret­ti. Öy­ley­se siz de te­fek­kü­re iyi sa­rı­lın ve ib­ret ve­sî­le­si ya­pın.”
Velhâsıl, ümmeti olmakla şeref duyduğumuz Peygamber Efendimiz’e lâyık olabilmek için hayat ve kâinatta sergilenen derin hikmetlere gönül vererek tefekkür iklîminde yaşamamız îcâb etmektedir.
[1] Aynî, Umdetü’l-Kârî Şerhu Sahîhi’l-Buhârî, Beyrut, İdâretü’t-Tıbâati’l-Münîriyye, ts, I, 61; XXIV, 128.
[2] Hadîs-i şerîfin tamamı için bkz. İbrâhim Canan, Hadis Ansiklopedisi, XVI, 252, hadis no: 5838.
Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Öyle Bir Rahmet Ki, Erkam Yayınları

HZ. ÖMER’İ (R.A.) TESİRİYLE YATAĞA DÜŞÜREN AYET...


HZ. ÖMER’İ (R.A.) TESİRİYLE YATAĞA DÜŞÜREN AYET

Kur’ân-ı Kerîm, sır ve hikmetlerini “takvâ ehli”ne açar. Nitekim âyet-i kerîmede şöyle buyrulmaktadır
“O kitap (Kur’ân); onda asla şüphe yoktur. O, müttakîler (Allah korkusuyla haramlardan sakınanlar) için bir yol göstericidir.” (el-Bakara, 2)
Bu sebeple Kur’ân’ı en iyi idrâk edenler, takvâ üzere yaşayıp gönül­lerine seviye kazandırabilenlerdir. Herkes aynı rahle önünde diz çöküp Kur’ân okusa, herkes kalbinin seviyesi nisbetinde Kur’ân’dan istifâde eder.
Bu hususta Hazret-i Ömer -radıyallâhu anh-’ın şu hâli, ne kadar ibretlidir:
Bir gün Hazret-i Ömer -radıyallâhu anh-, bir evin önünden geçerken, hâne sahibi­nin, evin dışına taşacak kadar yüksek sesle Tûr Sûresi’ni okuduğunu işitti. Adam:
“Rabbinin azâbı hiç şüphesiz vukû bulacakır, onu defedecek hiçbir şey de yoktur.” (et-Tûr, 7-8) âyet-i kerîmesine gelince, Hazret-i Ömer -radıyallâhu anh- bineğinden indi, bir müddet duvara yaslanarak dinledi. Sonra bu âyetin îkâzındaki şiddetin tesiriyle evinde bir müddet hasta yattı.
İşte Kur’ân-ı Kerîm, kalbin seviyesi nisbetinde derinliğine dalınabilen uçsuz bucaksız bir okyanus gibidir. Nasıl ki yüzme bilmeyen biri, ancak sığ sularda kulaç atabilirken, mâhir bir dalgıç, denizin en derin yerlerine dalar; kıyıdakilerin göremediği, acâyip, garâip ve değişik manzaralarla bambaşka âlemler seyrederse, takvâ yolunda kalben merhaleler kat eden kimseler de Kur’ân’da pek çok hikmet tecellîleriyle karşılaşır, ondan gerçek mânâda feyz alırlar.
Kaynak: Osman Nûri Topbaş, İmâm-ı Rabbâni, Erkam Yayınları

GERÇEKLERİ GÖREN GÖZLER...

Hazreti Mevlânâ Mesnevî’de “İnsan, âdetâ sırf gözden, yani derûnî idrâkten ibârettir. Geriye kalansa deridir, ceseddir. Hakikî göz ise, ancak dostu gören, yani onu idrak etmiş olandır. Dostu görmeyen gözü, sen göz sayma!” (c.1, 1406) sözleriyle bize gerçekten gören gözleri anlatır.

Göz, düşünce ve his dünyasına açılan bir penceredir. Gerçekten insanın görmüş olduğu iyi veya kötü her şey, onun kalbinde ve zihninde akisler, çağrışımlar meydana getirir.
Tefekkür ve tahassüste ilk adım etrafa ibret nazarıyla bakmaktır. Allâh, Kur’ân-ı Kerim’de kullarını böyle ibretleri kavramaya medâr olacak bir basîretle bakmaya davet etmiş ve çeşitli âyetlerde:
“Onlar deveye, buluta, yağmura, dağlara, yeşil bitkilerin kışın ölüp baharda dirilmesine, geçmiş kavimlerden kalan eserlerine… bakmazlar mı?” buyurmuştur.
KAİNATTAKİ HİKMETİ İDRAK EDEREK BAKMAK
Diğer taraftan yine Kur’ân-ı Kerim’de Allâh’ın nimetleri sayıldıktan sonra, insanlara defalarca (يَا اُولى اْلاَبْصَارِ ) yani “Ey bakış, görüş (idrâk) sahipleri!..” diye hitap edilmiş; onlardan kâinâta basîret gözüyle bakmaları istenmiştir. Bu istikamette benzer pek çok âyet-i kerimede de ( اَفَلاَ يَعْقِلُونَ ; اَفَلاَ يَتََفَكَّرُونَ ; اَفَلاَ يَتَدَبَّرُونَ ) “Düşünmezler mi? Akletmezler mi? İdrâk etmezler mi?” buyurularak âdemoğlunun kâinâtı boş, kavrayışsız bir nazarla değil; hikmeti idrâk edecek bir dirâyetle müşâhede etmesi lâzım geldiği ifâde edilmiştir.
Böyle bir dirâyetle kâinâtı müşâhede edenler, onun yüce Yaratıcısına, o Yaratıcının akılları âciz bırakan san’atına beşer takati nisbetinde nüfûz ederler.
Kâinât, ilâhî neşvenin kaynağıdır. İnsan denilen bu icad bedîası (sanat harikası) ilâhî neşvenin bir tecellîsidir. Gören gözler, duyan kalpler, yeryüzünde ilâhî neşveden başka bir şey duymaz ve görmezler.

İnsan, şafak vakti başını kaldırıp doğan güneşe doğru şöyle bir bakmalı ve ufukta çizilen rengârenk, çeşit çeşit tabloları görmelidir. Bir ressamın tablosu karşısında hayran kalan bizler, kâinâtın ilâhî sanatkârının her ân ve her şeyde ayrı ayrı çizdiği şaheser tablolar karşısında nasıl bîgâne ve vurdumduymaz kalabiliriz?

Bir laleye, bir menekşeye bakın! Bu renkleri acaba kara toprağın neresinden buldular? Ya o kırmızı dut? Güneşin ışığında oynaşan şu çiçeğin mavisi, pembesi… Ve saymakla bitmeyecek diğer güzellikler… Duygu derinliğine sahip bir kalp için, her yer harikalar sergisi… Bir çiçeğin işvesine, arı ve kelebeğin raksına, pervanenin yanışına, bülbülün feryâdına bir de dönüp kendinize bakın. Bütün hepsi, bütün güzellikler, güzeller güzeli Rabbimizin cemalinin hüsnünden sızan bir akis pırıltısından ibarettir.
GÜNEŞE BAKIŞ
Şafak sökerken, ilk ışıklarıyla eşyayı aydınlatan güneş, başlayan yeni günün selâmını getirerek, bize, âdetâ:
“–Uyan!” demekte ve şöyle bir muhâsebe iklimine sokmaktadır:
“–Bak, sana bu sabah da hayat defterinden yepyeni bir sayfa hediye edildi. Kıyâmette önüne konacak bu sayfayı nasıl dolduracaksın? «Oku kitabını, bugün sana hesap sorucu olarak nefsin kâfîdir!» deneceği o dehşetli gün için, bugün ne hazırlamayı düşünüyorsun?”
Akşam olup, gökyüzü önce kızıla, sonra dalga dalga siyaha boyandığında ise, gece, hâl lisânıyla insana:
“–Bir günün daha geçti. Ölüme bir adım daha yaklaştın. Artık beyhûde âh u figân etmeye gerek yok. Ne kadar gayret edersen et, geçen günü geriye getiremezsin. Şimdi sen de ölümün kardeşi olan uykunun kollarına kendini teslim edeceksin. Ne yaptın? Ne yapmalıydın? Yaptıklarını ve yapmadıklarını önüne koy ve düşün!.. Belki bir daha sabahın ışıklarını göremeyeceksin!..” demektedir.
BAKIŞLARDA ALLAH’I BULMAK
Kâinâta bu şekilde tefekkür ve tahassüsle yönelen ruhlar, neticede hakîkî bir ma’şuk ve dost olarak Allâh’ı bulurlar. İnsanın, bu ibret ve hikmet dolu yönelişinde en büyük yardımcısı, beşerî tefekkür ve tahassüse yön veren vahye râm olması ve Hakk’a dost olmuş sâlihlerle arkadaşlık, yani gönül beraberliği te’sîs etmesidir. Böyle sâlih arkadaşlara “dost” denilmesi mecâzîdir. Hakîki dostluk, Allâh’a muhabbetle teveccüh ise de ona vâsıl olmadan önce; Allâh’a yakın kimselerle ünsiyet elde etmek, mutlak aşk ve dostluğu mecâzen ve bir ilk safha olarak gerçekleştirmek, beşerî acziyetin bir zarûretidir. Çünkü mânevî irtifâ ânî olarak değil, tedrîcen gerçekleşebilir. Bu sebepledir ki, Allâh’a dostluk gerekli olan beşerî dostluklar, bu yolculukta zarûrî olan bir ilk lâzımedir.
Mevlânâ bu hakikati başka mısralarıyla şöyle anlatır:
Yalnız kaldığın ve danışacak bir akıl sahibi bulamadığın için, ümitsizliğe düşersen hakîkat güneşine mensup bir dostun gölgesi altına girersin.
Yürü, çabucak kendine bir Hakk dostu ara; böyle yaparsan, Allâh senin dostun olur, yardımcın olur.
Halvete girmek, yalnız kalmak, yabancılara karşı olur, dosta karşı değil. Kürk kış içindir, bahar için değil.
Selîm akıl, bir başka selim akılla, yani vahiyle terbiye edilmiş akılla birleşince güçlenir, nûru çoğalır, yolunu iyi görür.                                
Nefs ise bunun aksine, bir başka nefsle sırf nefsânî tatminkârlık arzusuyla dost olmaktan hoşlanır, böyle olunca o yolda karanlık artar; hakîkat görünmez olur.”
Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Âb-ı Hayat Katreleri, Erkam Yayınları

Hizmet İnsanı...


İmam Ebu'l-Kasım el-Kuşeyri -kuddise sirruh- rivayet eder:

Horosan  sultan ve kahramanlarından Saffar ismiyle bilinen Amr bin el-Leys öldükten sonra rüyada görünüp kendisine sorulur:

- Allah sana ne yaptı?

Cevap verir:

- Allah beni afvetti.

- Allah seni ne ile afvetti! Ne iş yaptın ki Allah seni afvetti?

- Günlerden bir gün yüksek bir tepeye çıktım. Orada askerlerimin çokluğundan gurur duydum ve Rasulullah'ın zamanında vakî olan savaşlara katılsaydım diye duygulandım. Bunun için Allah günahlarımı bağışlayarak beni mükafatlandırdı. (s.14)

Sâdık Dânâ, Hizmet İnsanı, Erkam Yayınları


Râvi, Ebu Ümame. Hz. Peygamber (sav)'i işittim, diyordu ki:

hadis kuran şefaat bakara ali imran


"Kur'an-ı Kerim'i okuyun. Zira Kur'an, kendini okuyanlara kıyamet günü şefaatçi olarak gelecektir.

Zehraveyn'i yani Bakara ve Al-i İmran surelerini okuyun! Çünkü onlar kıyamet günü, iki bulut veya iki gölge veya saf tutmuş iki grup kuş gibi gelecek, okuyucularını müdafaa edeceklerdir.

Bakara suresini okuyun! Zira onu okumak berekettir. Terki ise pişmanlıktır. Onu tahsil etmeye sihirbazlar muktedir olamazlar."

[Müslim, Müsafirin, 252, (804)]

14 Ağustos 2018 Salı

RAMAZAN AYINDA 30 GÜN DEVAMLI YÂSİN-İ ŞERİF OKUMANIN AÇIKLAMASI...

yasin suresi ramazan ayında okumanın fazileti ramazan ayı

RAMAZAN AYINDA 30 GÜN DEVAMLI YÂSİN-İ ŞERİF OKUMANIN AÇIKLAMASI...

1. Gün, Allah rızasına ermek niyetiyle okunur.
2. Gün, Yüce Peygamberimiz Hz. Muhammed (Sallallahu Aleyhi Vessellem )için okunur.
3. Gün, Hz.Adem’in (a.s) ruhu için okunur.
4. Gün, Hz.Havva validemizin ruhu için,
5. Gün, Hz.Ebu Bekrin (r.a) ruhu için,
6. Gün, Hz.Ömer’in (r.a) ruhu için,
7. Gün, Hz.Osman ruhu için,
8. Gün, Hz.Ali(r.a) ruhu için,
9. Gün, Hz.Fatıma(r.a) Validemiz ruhu için,
10. Gün, Hz.Ayşe(r.a) validemiz ruhu için,
11. Gün, Hz.Hasan(r.a) Efendimizin ruhu için,
12. Gün, Hz.Hüseyin (r.a) Efendimiz ruhu için,
13. Gün, Hz.Zeynel Abidinin ruhu için,
14. Gün, Ashab-ı Kiramın ruhu için,
15. Gün, K.Kerim’in nuruna müstağrak olmak niyetiyle.
16. Gün, Ruhunu kolayca teslim edebilmeye vesile için okunur.
17. Gün, Kabir sualinin kolay geçmesine vesile için,
18. Gün, Münker ve Nekir’in sualleri kolay olsun diye,
19. Gün, Kur’ an, kabrini aydınlatmasına vesile olması için,
20. Gün, Kur’ an kabrinde yoldaş olması niyyetiyle,
21. Gün, Mizanında hayrının ağır gelmesine vesile olması için,
22. Gün, Sırat’ı kolay geçmeye vesile olması için,
23. Gün, Arş-ı A’lânın gölgesinde gölgelenmeye vesile için,
24. Gün, Armağan(hediye) niyetiyle okunur.
25. Gün, Yüce Peygamberimize (s.a.v)komşu olmak niyetiyle,
26. Gün, Azrail’in (Âleyhisselâm) hoş gelmesine vesile için,
27. Gün, Büyük , küçük tüm günahlarının affı için,
28. Gün, Yüce Rabbimizin cemalini görmeye vesile olması niyetiyle ,
29. Gün, Tüm müslümanların selâmeti niyetiyle okunur.
30. Gün, Cenab-ı Hakk’a emânet etmek niyetiyle okunur.

Yani otuzuncu gün de Yâsin-i şerif okunduktan sonra;

“Ya Rabbi! Okuduğum Yâsin-i şeriflerin sevabını senin yüce katına emânet ediyorum, Senden. başka ma’budun bilhak (ibadete layık hiçbir ilâh) yoktur.
Sen Kemâliyle bilen kemâliyle işitensin.

Şeytan ateşi zikir ateşi



Salı günü dereye, Çarşamba günü tepeye, Perşembe günü zinaya, Cuma günü tövbeye giden insana, yörüngesini seçemediğinden “seyyar” denilmiş, “sabit” denmemiş. Henüz sabit olamadığı için müridlere de “seyyar” denilir.

Mevlâ Zülcelâl sesleniyor ki: “Ey itminana ermiş (mutmainne) nefs! Sen O’ndan razı, O da senden razı olarak dön Rabbine. Kullarımın arasına katıl. Katıl cennetime.” (Fecr, 27-30)

Burada “Mutmainne” okurken “irci’ katıl” demek sabitin hakkıdır. Seyyare olan “irci’ hitabından anlamaz. “İrci’ hitabında iki hüküm vardır: Sen Allah’tan razı olarak, Allah da senden razı olarak.. Allah rızayı önce bize yükledi: “Sen benden razı olursan ben de senden razı olurum.”

Kul Allah’tan nasıl razı olur? İradesi ve tercihleri, tevekkülü, fikri ve zikriyle Rabbinin fermanında yörünge olarak dolaşmakla olur. Fakir yaptı, hasta oldun, musibet geldi; razı olacaksın! Her ne hal olursa olsun “Lebbeyk Al-lahümme Lebbeyk” diyeceksin, başım gözüm üstüne diyeceksin, işte bu hal Allah’tan razı olmayı gösterir. Hâlık-i Zülcelâl de ondan razı olur.

Cennet Allah’ındır. Oraya amel karşılığında girilmeyip, ancak ihsan ve ikram olunduğundan, O sana “gir” der. “Ben kazandım, gireyim!” diyemezsin.

Seyyar, üzerinde büyük ağırlık ve can sıkıntısı hisseder, kalbi ferahlamaz, huzur bulamaz, organları çatır çatır kırılıyor gibi olursa, bilsin ki şeytan ateşine tutulmuştur. Sıtma ateşine tutulan nasıl titrerse, şeytan ateşine tutulan da evini ve çevresini kırar geçirir.

Seyyar bir hafiflik, iç rahatlığı, kalp güzelliği duyuyor, evine ve çevresine karşı merhametli davranıyorsa, bu kulun kalbinin fezasından yükselen fikir ve zikir ateşidir. “Zikir ateşi her şeyi yakıp yok eder.” Çünkü ilahî hükümdür. Allah’ın emrettiği bir nuraniyettir. Ancak Allah’ın zikrinin nuru vücut iklimindeki zulüm ateşini söndürür. Filan hastalığa filan ilaç deva olduğu gibi; nefs, vücut ve şeytan ateşine zikrin ve fikrin nuru şifa verir, söndürür.

Zikrin nuru şöyle der: “Girdiği evde ben varım. Artık benden başka bir şey olmayacak!” Bu ise “La ilahe illallah” sırrıdır. Allah’tan uzaklaştıran her türlü ateşi bu sır söndürür. Zikir karanlığı yok eder, letâifi nura boğar.

Zikredenin elinde zikir olursa, zikredilen de Allah olursa, zâkir Allah’la dost olur. Allah nurdur. Kalp evine zikrin nuru girer. Nur üstüne nur olur. Nur Suresi, 35’inci ayet-i kerimedeki nurdan murad da, Allah bilir, budur.

Zikir haktır, gerçektir. Hazları yok eder, hakları baki kılar. Hazlar varlığa ait bir takım fazlalıklardır, israftan, aşırılıktan meydana gelir. Yemek yemek ihtiyaçtır, haktır. Çeşit çeşidini yemek, lüks içinde yemek aşırılıktır, israftır, hazdır. Açık saçıklıkla gösterişli yerlerde yapılan düğün hazdır. Haz cehenneme asfalt döşer. Normal bir düğün ise helaldir, haktır.

Belaların çoğu hazdan gelir. Aile kavgaları nasıl çıkar? Hanım derviş olmuştur, zikir ateşi sarar. Kocası gafildir, hanımını açtırır. Aksi de olur. Bey derviştir; hanım gafildir, plaja, saza caza gitmek ister. Aile geçimsizliklerinin çoğu, nuranî hazları alanlarla nefsanî nazlarını öne sürenlerin geçinememesinden çıkar. Biri haktan yana olurken, öbürü halktan yana olur. Neticede boynu bükük çocuklar kalır.

Konuşulan kelâm haktan yana ise sulh ve sükûnet olur. Hazdan yana kelam varsa o evde zikrin nuru parlamaz. Zikir ateşi vücutta galip gelirse haz düşüncelerini yok eder. İsraf kapanır, aşırılık biter. Vücudun mayası helal ile yoğurulursa, Hak Tealâ’nın zikrine kapı açan bir saray olur.

Şah-ı Nakşibend k.s. hazretleri buyuruyor: “Namazda huşu ve hudû bulmak istiyorsan abdeste ve lokmaya dikkat et.” Lokma ne ile yoğurulduysa akıbet ona döner. Zikir ile çiğnendi ise, helalinden konulduysa nur olur; damarlarda kan olarak dolaşır. Her bir lokma Hakk’a bir kapı açar.

Ama lokmanın aslı haram ise, haram lokma ile dolan vücut namazda uyur, Kur’an okurken hayal kurar, zikir çekerken gezmeye, vesveseye gider. Onun için, helal rızık ve helal yemek sofinin sermayesidir.

Mehmet ILDIRAR
SEMERKAND DERGİSİ

KUR’ÂN-I KERİM’DE GEÇEN PEYGAMBER DUÂLARI

KUR’ÂN-I KERİM’DE GEÇEN PEYGAMBER DUÂLARI

Kur’ân’da hem isim zikredilerek, hem de isim zikredilmeden peygamberlerin yaptığı dualar bulunuyor.

İsim zikredilmeden peygamberlerin yaptığı duaya şu örneği verebiliriz:

 ربَّنَا اغْفِرْ لَنَا ذُنُوبَنَا وَإِسْرَافَنَا فِي أَمْرِنَا وَثَبِّتْ أَقْدَامَنَا وانصُرْنَا عَلَى الْقَوْمِ الْكَافِرِينَ

َْOkunuşu: “Rabbeneğfir lenâ zünûbenâ ve isrâfenâ fî emrinâ ve sebbit akdâmenâ vensurnâ ‘alel-kavmilkâfirîn.”

Anlamı: “Rabbimiz! Bizim günahlarımızı ve işlerimizdeki taşkınlıklarımızı bağışla ve (yolunda) ayaklarımızı sabit kıl, kâfirler güruhuna karşı da bize yardım et!” (Âl-i İmrân, 3/147)

Bu dua, Kur’ân’da peygamberler ve onunla birlikte Allah yolunda savaşan, bu konuda gevşeklik göstermeyen ve sabreden Allah dostlarının duası olarak geçmektedir. (Âl-i İmrân, 3/146) Peygamberler ve Allah dostları dualarında; yüce Allah’tan;

Günahlarının ve işlerindeki aşırılıklarının bağışlanmasını,İmanda kendilerini sebat ettirmesini,Kâfirlere karşı yardım etmesini istemektedirler.

ÂDEM ALEYHİSSELÂM VE HAVVÂ VÂLİDEMİZİN DUÂSI

Âdem -aleyhisselâm- ve eşi, cennette kendilerine yasaklanan ağacın meyvesinden yedikten sonra cennetten yeryüzüne indirilince şöyle dua etmişlerdir:

رَبَّنَا ظَلَمْنَا أَنفُسَنَا وَإِن لَّمْ تَغْفِرْ لَنَا وَتَرْحَمْنَا لَنَكُونَنَّ مِنَ الْخَاسِرِينَ

Okunuşu: “Rabbenâ zalemnâ enfüsenâ ve il-lem teğfir lenâ ve terhamnâ le-nekûnenne minel-hâsirîn.”

Anlamı: “Ey Rabbimiz! Biz kendimize zulmettik, eğer bizi bağışlamaz ve bize rahmetinle muamele etmezsen muhakkak ziyana uğrayacaklardan oluruz!” (A’râf, 7/23)

Bu duayı Âdem ve eşi, cennette kendilerine yasak edilen ağacın meyvesinden şeytana uyarak yedikten sonra yapmışlardır. (A’râf, 7/19-22; Bakara, 2/35-36)

NÛH ALEYHİSSELÂM’IN DUÂSI

Nuh (a.s.), kendisine iman etmeyen oğlu suda boğulunca (Hûd, 11/43); “Rabbim! Şüphesiz ki oğlum da ailemdendir. Senin vaadin elbette haktır, Sen hâkimler hâkimisin”diye Rabbine seslenmiş, bunun üzerine yüce Allah, “Ey Nuh! O, asla senin ailenden değildir, onun yaptığı iyi olmayan bir iştir. O hâlde hakkında hiçbir bilgin olmayan şeyi benden isteme. Ben sana cahillerden olmamanı öğütlerim” (Hûd, 11/45-46) buyurmuştur.

Bu uyarı sonunda Nuh (a.s.), Allah’a şöyle dua etmiştir:

رَبِّ إِنِّي أَعُوذُ بِكَ أَنْ أَسْأَلَكَ مَا لَيْسَ لِي بِهِ عِلْمٌ وَإِلاَّ تَغْفِرْ لِي وَتَرْحَمْنِي أَكُن مِّنَ الْخَاسِرِينَ

Okunuşu: “Rabbi innî e’ûzü bike en es’eleke mâ leyse lî bihî ’ılm. Ve illâ teğfirlî ve terhamnî eküm-minelhâsirîn.”

Anlamı: “Ey Rabbim! Bilmediğim şeyi istemekten Sana sığınırım. Eğer Sen, beni bağışlamaz ve bana merhamet etmezsen ben hüsrana düşenlerden olurum!” (Hûd, 11/47)

Kur’ân’da Nuh (a.s.)’ın şu duaları da zikredilmiştir:

رَبِّ انصُرْنِي بِمَا كَذَّبُونِ

Okunuşu: “Rabbinsurnî bimâ kezzebûn.”

Anlamı: “Ey Rabbim! (Kavmimin) beni yalanlamalarına karşı bana yardım et!”(Mü’minûn, 23/26)

***

رَبِّ اغْفِرْ لِي وَلِوَالِدَيَّ وَلِمَن دَخَلَ بَيْتِيَ مُؤْمِنًا وَلِلْمُؤْمِنِينَ وَالْمُؤْمِنَاتِ وَلَا تَزِدِ الظَّالِمِينَ إِلَّا تَبَارًا

Okunuşu: “Rabbiğfirlî veli-vâlideyye ve limen dehale beytiye mü’minen ve lil-mü’minîne vel-mü’minâti ve lâ tezidiz-zâlimîne illâ tebârâ.”

Anlamı: “Ey Rabbim! Bana, babama, anama, mü’min olarak evime girene ve bütün mü’min erkek ve mü’min kadınlara mağfiret eyle. Zalimlerin de sadece helâkini artır.” (Nûh, 71/28)

LÛT ALEYHİSSELÂM’IN DUÂSI

Lût kavmi, âlemde kendilerinden önce kimsenin yapmadığı ahlâksızlığa düştüler. (A’râf, 7/80-81) Lût peygamberin (a.s.) ikazına rağmen bu çirkin işlerinden vazgeçmediler, üstelik Peygamberi de yalanladılar. Kavminin bu tutumuna karşı Lût (a.s.) Allah’a şöyle dua etmiştir:

رَبِّ نَجِّنِي وَأَهْلِي مِمَّا يَعْمَلُونَ

Okunuşu: “Rabbi! Neccinî ve ehlî mimmâ ya’melûn.”

Anlamı: “Rabbim! Beni ve âilemi bunların yaptıklarından kurtar!” (Şu’arâ, 26/169).

***

رَبِّ انصُرْنِي عَلَى الْقَوْمِ الْمُفْسِدِينَ

Okunuşu: “Rabbi’nsurnî ‘alel-kavmil-müfsidîn.”

Anlamı: “Ey Rabbim! Bozguncu / ortalığı fesada veren bu kavme karşı bana yardım et.” (Ankebût, 29/30)

HAZRETİ İBRAHİM’İN DUALARI

İbrahim -aleyhisselam-‘ın beş ayrı duası şöyledir:

رَبِّ هَبْ لِي حُكْمًا وَأَلْحِقْنِي بِالصَّالِحِينَ

Okunuşu: “Rabbi! Heblî hukmevve elhıknî bissâlihîn.”

Anlamı: “Ey Rabbim! Bana hikmet ver ve beni sâlihler arasına dâhil et.” (Şu’arâ, 26/83)

***

رَبِّ هَبْ لِي مِنَ الصَّالِحِينَ

Okunuşu: “Rabbi! Heblî mines-sâlihîn.”

Anlamı: “Ey Rabbim! Bana sâlihlerden (bir oğul) ihsan et!” (Sâffât, 37/100)

***

رَبِّ اجْعَلْنِي مُقِيمَ الصَّلاَةِ وَمِن ذُرِّيَّتِي رَبَّنَا وَتَقَبَّلْ دُعَاء

Okunuşu: “Rabbic’alnî mükîmes-salâti ve min zürriyyetî Rabbenâ ve tekabbel du’âe.”

Anlamı: “Ey Rabbim! Beni ve soyumdan gelecekleri namazını dosdoğru kılanlardan eyle! Ey Rabbimiz! Duamı kabul et!” (İbrahim, 14/40)

***

رَبَّنَا اغْفِرْ لِي وَلِوَالِدَيَّ وَلِلْمُؤْمِنِينَ يَوْمَ يَقُومُ الْحِسَابُ

Okunuşu: “Rabbene’ğfirlî veli-vâlideyye ve lilmü’- minîne yevme yegûmül-hısâb.”

Anlamı: “Ey Rabbimiz! Herkesin hesaba çekileceği günde beni, ana-babamı ve mü’minleri bağışla!” (İbrahim, 14/41)

İbrahim -aleyhisselâm-, oğlu İsmail -aleyhisselâm- ile Kâbe’yi inşa edince şöyle dua etmişlerdir:

رَبَّنَا وَاجْعَلْنَا مُسْلِمَيْنِ لَكَ وَمِن ذُرِّيَّتِنَا أُمَّةً مُّسْلِمَةً لَّكَ وَأَرِنَا مَنَاسِكَنَا وَتُبْ عَلَيْنَآ إِنَّكَ أَنتَ التَّوَّابُ الرَّحِيمُ

Okunuşu: “Rabbenâ tekabbel minnâ inneke entessemî’ul-‘alîm. Rabbenâ vec’alnâ müslimeyni leke ve min zürriyyetinâ ümmetem müslimetelleke ve erinâ menâ- sikenâ ve tüb ‘aleynâ inneke entet-tevvâbürrahîm.”

Anlamı: “Ey Rabbimiz! Bizden kabul buyur, hiç şüphesiz Sen işitensin, bilensin. Ey bizim Rabbimiz! Hem bizim ikimizi yalnız senin için boyun eğen müslümanlar kıl, hem de soyumuzdan yalnız senin için boyun eğen müslüman bir ümmet meydana getir ve bize ibadetimizin yollarını göster, tövbemize rahmetle bakıver. Hiç şüphesiz tövbeleri kabul eden, çok merhametli olan ancak sensin.” (Bakara, 2/128)

İbrahim peygamberin dualarında Allah’tan şunlar istenmiştir:

Hikmet,Salihler arasında olma,Salih / Müslüman evlat,İbadetlerinin kabul edilmesi,Dualarının kabul edilmesi,Neslinin Müslüman olması,İman ve İslâm’da sebat,Tövbesinin kabul edilmesi,Affedilmesi.

HAZRETİ YÛSUF’UN DUÂSI

رَبِّ السِّجْنُ أَحَبُّ إِلَيَّ مِمَّا يَدْعُونَنِي إِلَيْهِ وَإِلاَّ تَصْرِفْ عَنِّي كَيْدَهُنَّ أَصْبُ إِلَيْهِنَّ وَأَكُن مِّنَ الْجَاهِلِينَ

Okunuşu: “Rabbis-sicnü ehabbü ileyye mimmâ yed’ûnenî ileyhi ve illâ tasrif ‘annî keydehünne asbü ileyhinne ve ekümminel-câhilîn.”

Anlamı: “Ey Rabbim! Zindan bana bunların davet ettikleri şeyden daha sevimlidir. Eğer Sen, bu kadınların tuzaklarını benden uzaklaştırmazsan, ben onların sevdasına düşer, cahillerden olurum.” (Yûsuf, 12/33)

Hapisten kurtulup Mısır’a Hazine bakanı olunca şu duayı yapmıştır:

رَبِّ قَدْ آتَيْتَنِي مِنَ الْمُلْكِ وَعَلَّمْتَنِي مِن تَأْوِيلِ الأَحَادِيثِ فَاطِرَ السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضِ أَنتَ وَلِيِّي فِي الدُّنُيَا وَالآخِرَةِ تَوَفَّنِي مُسْلِمًا وَأَلْحِقْنِي بِالصَّالِحِينَ

Okunuşu: “Rabbi kad âteytenî minel-mülki ve ‘allemtenî min te’vîlil-ehâdîsi fâtıras-semâvâti vel-ardı ente veliyyî fiddünyâ vel-âhıreti teveffenî müslimevve elhıknî bissâlihîn.”

Anlamı: “Ey Rabbim! Sen bana dünya mülkünden nasip verdin ve bana rüyaların tabirinden bir ilim öğrettin. Ey gökleri ve yeri yoktan var eden Rabbim! Benim velim sensin, benim canımı müslüman olarak al ve beni sâlih kulların arasına kat!” (Yûsuf, 12/101)

ŞUAYB ALEYHİSSELÂM’IN DUASI

رَبَّنَا افْتَحْ بَيْنَنَا وَبَيْنَ قَوْمِنَا بِالْحَقِّ وَأَنتَ خَيْرُ الْفَاتِحِينَ

Okunuşu: “Rabbeneftah beynenâ ve beyne kavminâ bil-hakkı ve ente hayrul-fâtihîn.”

Anlamı: “Rabbimiz! Bizimle kavmimiz arasında adaletle hükmet! Sen hükmedenlerin en hayırlısısın.” (A’râf, 7/89)

وَمَا تَوْفِيقِي إِلاَّ بِاللّهِ عَلَيْهِ تَوَكَّلْتُ وَإِلَيْهِ أُنِيبُ

Okunuşu: “Vemâ tevfîkî illâ billâhi ‘aleyhi tevek-keltü ve ileyhi ünîb.”

Anlamı: “Başarım ancak Allah’ın yardımı iledir. Ben yalnızca O’na dayandım ve ancak O’na döneceğim.” (Hûd, 11/88)

MÛSA ALEYHİSSELÂM’IN DUASI

Henüz peygamberlikle görevlendirilmeden önce Mısır’da bir İsrailli’yi savunmak için bir kıptîye bir tokat vurmuş, kıptî de bu tokat ile ölüvermiştir. Bunun üzerine şu duayı yapmıştır:

رَبِّ إِنِّي ظَلَمْتُ نَفْسِي فَاغْفِرْ لِي فَغَفَرَ لَهُ إِنَّهُ هُوَ الْغَفُورُ الرَّحِيمُ

Okunuşu: “Rabbi innî zalemtü nefsî feğfirlî fe-ğafera lehû innehû hüvel-ğafûrurrahîm.”

Anlamı: “Ey Rabbim! Ben nefsime zulmettim, beni ba- ğışla! dedi. (Allah) onu bağışladı. Çünkü O, çok bağışlayan, çok merhamet edendir.” (Kasas, 28/16)

***

Bir kıptînin ölümüne sebep olduğundan, cezalandırılmaktan korktuğu için Mısır’dan gizlice kaçmış ve Allah’a şöyle dua etmiştir:

رَبِّ نَجِّنِي مِنَ الْقَوْمِ الظَّالِمِينَ

Okunuşu: “Rabbi neccinî minel-kavmiz-zâlimîn.”

Anlamı: “Ey Rabbim! Beni zalimler güruhundan kurtar.” (Kasas, 28/21)

Allah da duasını kabul etmiş ve onu korumuştur.

***

رَبِّ اغْفِرْ لِي وَلأَخِي وَأَدْخِلْنَا فِي رَحْمَتِكَ وَأَنتَ أَرْحَمُ الرَّاحِمِينَ

Okunuşu: “Rabbiğfirlî ve li-ahî ve edhılnâ fî rahmetike ve ente erhamür-râhımîn.”

Anlamı: “Ey Rabbim! Beni ve kardeşimi bağışla! Bizi rahmetinin içine al. Sen merhametlilerin en merhametlisisin.” (A’râf, 7/151)

***

رَبِّ لَوْ شِئْتَ أَهْلَكْتَهُم مِّن قَبْلُ وَإِيَّايَ أَتُهْلِكُنَا بِمَا فَعَلَ السُّفَهَاء مِنَّا إِنْ هِيَ إِلاَّ فِتْنَتُكَ تُضِلُّ بِهَا مَن تَشَاء وَتَهْدِي مَن تَشَاء أَنتَ وَلِيُّنَا فَاغْفِرْ لَنَا وَارْحَمْنَا وَأَنتَ خَيْرُ الْغَافِرِينَ

وَاكْتُبْ لَنَا فِي هَذِهِ الدُّنْيَا حَسَنَةً وَفِي الآخِرَةِ إِنَّا هُدْنَا إِلَيْكَ

Okunuşu: “Rabbi! Lev şi’te ehlektehüm min kablü ve iyyâye e tühlikünâ bimâ fe’ales-süfehâü minnâ in hiye illâ fitnetüke tüdıllü bihâ men teşâü ve tehdî men teşâü. Ente veliyyünâ feğfirlenâ verhamnâ ve ente hayrül-ğâfirîne vektüb lenâ fî hâzihid-dünyâ hasene-tevve fil-âhıreti innâ hüdnâ ileyke.”

Anlamı: “Rabbim! Dileseydin daha önce beni ve onları yok ederdin, aramızdaki beyinsizlerin yaptıkları yüzünden bizi yok mu edeceksin? Bu, Senin imtihanından başka bir şey değildir, bununla dilediğini saptırır, dilediğini doğru yola iletirsin; bizim dostumuz Sensin; bizi bağışla, bize merhamet et. Sen bağışlayanların en iyisisin. Bize bu dünyada da iyilik, güzellik ve nimet yaz, ahirette de. Biz sana yöneldik.” (A’râf, 7/156-157)

Yüce Allah, Musa (a.s.)’a kendisini ilâh yerine koyan Firavun’a gidip onu imana davet etmesini emretti. Musa (a.s.), bu görev üzerine şöyle dua etti:

رَبِّ اشْرَحْ لِي صَدْرِي * وَيَسِّرْ لِي أَمْرِي * وَاحْلُلْ عُقْدَةً مِّن لِّسَانِي * يَفْقَهُوا قَوْلِي * وَاجْعَل لِّي وَزِيرًا مِّنْ أَهْلِي * هَارُونَ أَخِي * اشْدُدْ بِهِ أَزْرِي * وَأَشْرِكْهُ فِي أَمْرِي * كَيْ نُسَبِّحَكَ كَثِيرًا * وَنَذْكُرَكَ كَثِيرًا * إِنَّكَ كُنتَ بِنَا بَصِيرًا

Okunuşu: “Rabbiş-rahlî sadrî ve yessirlî emrî vahlül ‘ukdetem millisânî yefkahû kavlî vec’al lî vezîran min ehlî Hârûne ahî üşdüd bihî ezrî ve eşrikhü fî emrî key nüsebbihake kesîran ve nezkürake kesîran inneke künte binâ basîra.”

Anlamı: “Ey Rabbim! Göğsüme genişlik ver, işimi kolaylaştır, dilimden düğümü çözüver de sözümü iyi anlasınlar. Bana âilemden bir vezir ver; Kardeşim Harun’u, onunla arkamı kuvvetlendir, onu da (elçilik) görevime ortak yap ki Seni çok tesbih edelim ve Seni çok analım. Şüphesiz Sen, bizi görensin.” (Tâ-hâ, 20/25-35)

***

وَأُفَوِّضُ أَمْرِي إِلَى اللَّهِ إِنَّ اللَّهَ بَصِيرٌ بِالْعِبَادِ

Okunuşu: “Ve üfevvidu emrî ilallâhi innellâhe basîrumbil-‘ıbâdi”

Anlamı: “Ben işimi Allah’a havale ediyorum. Şüphesiz Allah, kullarını görür, gözetir.” (Mü’min, 40/44)

Musa (a.s.)’ın dualarında şu unsurlar dikkatimizi çekiyor:

İstemeyerek bir hata işleyince, hemen tövbe edip Allah’tan affını istemiştir.İnsanların kendisine zarar vermemesi için Allah’a sığınmış ve kendisini korumasını talep etmiştir.Kavminden birtakım azgınların davranışları sebebiyle helâk edilmemesi için dua etmiştir.Dünya ve ahirette Allah’ın kendisine ve mü’minlere iyilik, güzel ve nimet (hasene) vermesini istemiştir.İslâm’ı tebliğ görevini yerine getirebilmesi için başarı, kolaylık ve konuşma yeteneği istemiştir.İşlerini ve başarısını Allah’a havale etmiştir.Dua ederken Allah’ın güzel isimlerini zikretmiştir.

ZEKERİYYÂ ALEYHİSSELÂM’IN DUASI

رَبِّ هَبْ لِي مِن لَّدُنْكَ ذُرِّيَّةً طَيِّبَةً إِنَّكَ سَمِيعُ الدُّعَاء

Okunuşu: “Rabbi heblî milledünke zürriyyeten tayyibeten inneke semî’uddü’âi.”

Anlamı: “Ey Rabbim! Bana katından temiz bir soy ihsan eyle, şüphesiz sen duayı işitensin!” (Âl-i İmrân, 3/38)

***

رَبَّهُ رَبِّ لَا تَذَرْنِي فَرْدًا وَأَنتَ خَيْرُ الْوَارِثِينَ

Okunuşu: “Rabbi lâ tezarnî ferden ve ente hayrulvârisîn.”

Anlamı: “Rabbim! Beni yalnız başıma bırakma (bana bir çocuk ver), Sen varislerin en hayırlısısın.” (Enbiyâ, 21/89)

Yüce Allah, Zekeriya (a.s.)’nın duasını kabul eder ve kendisine yaşlı olmasına rağmen Yahya’yı ihsan eder.

HAZRETİ SÜLEYMAN’IN DUÂSI

رَبِّ أَوْزِعْنِي أَنْ أَشْكُرَ نِعْمَتَكَ الَّتِي أَنْعَمْتَ عَلَيَّ وَعَلَى وَالِدَيَّ وَأَنْ أَعْمَلَ صَالِحًا تَرْضَاهُ وَأَدْخِلْنِي بِرَحْمَتِكَ فِي عِبَادِكَ الصَّالِحِينَ

Okunuşu: “Rabbi evzi’nî en eşküra ni’metekelletî en’amte ‘aleyye ve ‘alâ vâlideyye ve en a’mele sâlihan terdâhü ve edhılnî bi-rahmetike fî ‘ıbâdikes-sâlihîn.”

Anlamı: “Ey Rabbim! Bana ve anama-babama verdiğin nimete şükretmemi ve hoşnut olacağın iyi iş yapmamı gönlüme ilham eyle ve rahmetinle, beni iyi kulların arasına dâhil et.” (Neml, 27/19)

Süleyman (a.s.), şiddetli bir hastalığa yakalanır, cansız ceset denecek hâle gelir, sonra tekrar sağlığına kavuşur ve Allah’a şöyle dua eder:

رَبِّ اغْفِرْ لِي وَهَبْ لِي مُلْكًا لَّا يَنبَغِي لِأَحَدٍ مِّنْ بَعْدِي إِنَّكَ أَنتَ الْوَهَّابُ

Okunuşu: “Rabbiğfirlî ve heblî mülkellâ yembeğî li ehadimmin ba’dî inneke entel-vehhâb.”

Anlamı: “Ey Rabbim! Beni bağışla ve bana benden sonra kimseye lâyık olmayacak bir mülk / hükümranlık bahşet. Şüphesiz, Sen çok bahşedicisin.” (Sâd, 38/35)

Yüce Allah, duasını kabul eder. Rüzgârı emrine verir, cinleri ona boyun eğdirir.

Süleyman (a.s.), duâsında yüce Allah’tan;

Nimete şükredebilmeyi nasip etmesini,Salih ameller işleyebilmesini,Salih kulları arasına dâhil etmesini,Bağışlamasını,Mülk / saltanat vermesini istemiştir.

PEYGAMBER EFENDİMİZ’İN DUALARI
حَسْبِيَ اللّهُ لا إِلَهَ إِلاَّ هُوَ عَلَيْهِ تَوَكَّلْتُ وَهُوَ رَبُّ الْعَرْشِ الْعَظِيمِ

Okunuşu: “Hasbiyellâhü lâ ilâhe illâ hû. ‘Aleyhi tevekkeltü ve hüve rabbül-arşil’azîm.”

Anlamı: “Bana Allah yeter. O’ndan başka ilâh yoktur. Ben O’na güvendim ve O, büyük Arş’ın Rabbidir.” (Tevbe, 9/129)

***

رَبِّ احْكُم بِالْحَقِّ وَرَبُّنَا الرَّحْمَنُ الْمُسْتَعَانُ عَلَى مَا تَصِفُونَ

Okunuşu: “Rabbihküm bilhakkı ve RabbünerRahmânül-müste’ânü alâ mâ tesıfûn.”

Anlamı: “Ey Rabbim! Aramızda gerçekle hükmet ve Rabbimiz O Rahmân’dır ki, isnat ettiğiniz (yalan) vasıflarınıza karşı yardımına sığınılacak olan ancak O’dur.” (Enbiyâ, 21/112).

***

رَّبِّ إِمَّا تُرِيَنِّي مَا يُوعَدُونَ * رَبِّ فَلَا تَجْعَلْنِي فِي الْقَوْمِ الظَّالِمِينَ

Okunuşu: “Rabbi immâ türiyennî mâ yû’adûn. Rabbi felâ tec’alnî fil-kavmiz-zâlimîn.”

Anlamı: “Rabbim! Eğer onlara vaad edilen azabı bana mutlaka göstereceksen, Rabbim! Bu durumda beni, o zalimler topluluğunda bulundurma.” (Mü’minûn, 23/93–94)

***

رَّبِّ أَعُوذُ بِكَ مِنْ هَمَزَاتِ الشَّيَاطِينِ * وَأَعُوذُ بِكَ رَبِّ أَن يَحْضُرُونِ

Okunuşu: “Rabbi e’ûzü bike min hemezâtiş-şeyâtîn. Ve e’ûzü bike rabbi eyyahdurûn.”

Anlamı: “Rabbim! Şeytanların kışkırtmalarından sana sığınırım! Onların yanımda bulunmalarından da sana sığı- nırım.” (Mü’minûn, 23/97–98)

***

رَّبِّ اغْفِرْ وَارْحَمْ وَأَنتَ خَيْرُ الرَّاحِمِينَ

Okunuşu: “Rabbiğfir verham ve ente hayrürrâhımîn.”

Anlamı: “Rabbim! Bağışla, merhamet et, Sen merhamet edenlerin en hayırlısısın.” (Mü’minûn, 23/118)

***

Beş vakit namaz ve kendisine mahsus olan teheccüt namazı emrinin akabinde (İsrâ, 17/78–79) şöyle dua etmesini istemiştir:

رَّبِّ أَدْخِلْنِي مُدْخَلَ صِدْقٍ وَأَخْرِجْنِي مُخْرَجَ صِدْقٍ وَاجْعَل لِّي مِن لَّدُنكَ سُلْطَانًا نَّصِيرًا

Okunuşu: “Rabbi edhılnî müdhale sıdkıvve ahricnî muhrace sıdkıvec’allî milledünke sültânen nasîra.”

Anlamı: “Rabbim! Gireceğim yere doğrulukla girmemi sağla, çıkacağım yerden de doğrulukla çıkmamı nasip et ve benim için kendi katından yardım edici bir kuvvet ver.” (İsrâ, 17/80)

***

Vahyedilen henüz tamamlanmadan Kur’ân’ı acele okumaması konusunda uyardıktan sonra yüce Allah, şöyle dua etmesini emretmiştir:

رَّبِّ زِدْنِي عِلْمًا

Okunuşu: “Rabbi zidnî ‘ılmâ”

Anlamı: “Rabbim, ilmimi artır!” (Tâ-hâ, 20/114)

Yüce Allah’ın peygamberimize emrettiği dualarda, dünyevî ve uhrevî isteklerini özellikle yardım ve ilim isteme, şeytan ve zalimlerden uzak kalma arzusunun öne çıktığını ve dualarda Allah’ın güzel isimleri ve nitelikleri ile övüldüğünü görmekteyiz.

Peygamber duaları, Allah’tan ne isteyeceğimiz ve nasıl dua edeceğimiz konusunda bizim için birer örnektir.

Kaynak: Diyanet İşleri Başkanlığı

Zihin açıklığı için dualar...

_Zihin Acıklıgı icin dualar_

✅ *Bir bardak su üzerine 786Besmele i şerife okunup anlayışı kıt olan kişi 7gün boyunca güneş dogarken bu sudan içer se Allah u Teala nın izniyle zekası kuvvetlenir*

✅ *Her kim Ya Razzak ismi şerifini 20gün 20şer kere olmak üzere aç olarak okursa anlaşılması zor konuları bile kolayca anlayıp çözebilecek bir zihne sahip olmakla rızıklandırılır*

✅ *Ezberleme sıkıntısı çeken kişinin hafıza kuvvetini artırmak için Fatiha suresi misk ve zaferan (safranla )Cam bir kaseye yazılıp Bu yazı Gül suyu ile bozulduktan sonra o kişiye (7 gün boyunca) içirilse Allahu Teala'nın izniyle ezberleme kabiliyeti artar* *

Özellikle Hafız cocuk lara uygulayn

Cübbeli Hoca Yasin cüzü


ZILHICCE ILK 10 GÜNDE BUNLARA SARILIN! EMIR RESULULLAH SALLALLAHU ALEYHI VESELLEM’DEN…

zilhice zikir cübbeli ibadet tasavvuf hakkasevdalılar

Abdullah ibni Abbas (radıyallahü anhüma)dan rivayet edilen bir hadisi şerifte Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem şöyle buyurmuştur. 

“Zilhiccenin ilk on gününde çokça tesbih getirin, çokça el-Hamdü lillah, çokça lâ ilâhe illallah, çokça Allahüekber deyin. Allahı çokça zikredin.”


(Beyhaki, Süneni Kübra, 4/284. Şiabül-İman; 3758; Taberani, Mu’cemu’l-kebîr, 11/82-83, no. 11116)

Ramazan ayında esen Musira Rüzgarı...

semerkand dergisi oku tasavvuf menzil gavs

Musira Rüzgarı 

“Ramazan’ın ilk gecesi olduğu zaman arşın altından bir rüzgâr eser. ‘Musira’ diye isimlendirilen bu rüzgârın etkisiyle cennet kapılarının tokmakları ve cennet ağaçlarının yaprakları sallanır. Bunlardan öyle güzel bir nağme oluşur ki, hiçbir dinleyici daha güzelini işitmemiştir.”

Ramazan-ı şerife bu ayda giriyoruz. Başı rahmet, ortası mağfiret, sonu da cehennem azabından kurtuluş olan Ramazan ayı, müslümanları çoktan harekete geçirmiş durumda. İftar çadırları kuranlar, hayır için kumanya paketleyenler, Ramazanların vazgeçilmezi mahyaları asanlar, Kadir gecesinde bitireyim diye hatimlerine başlayanlar. Ramazan coşku ve neşesini büyük küçük herkes yaşıyor.

Bir de gözü yolda olanlar var. Ramazan’a ulaşmak için iki aydır dualarında “Allahım, Recep ve Şaban’ı bize mübarek kıl, bizi Ramazana ulaştır.” diye yakaranlar. Artık vuslatı yaşayacak olmanın sevinci içindeler. Müminin doya doya ve heyecan ile ibadet ettiği, sadakalar dağıttığı, sofralarını komşuya, eşe dosta açarak gönül zenginliğini paylaştığı bu ayda harikulâde olaylar da gerçekleşiyor. Çünkü sadece biz müslümanlar değil bütün alemler Ramazan iklimine hazırlanıyor.

Cennet süslenir

Gökte yapılan hazırlıkların anlatıldığı bir hadis-i şerif şöyledir:

“Seneden seneye Ramazan için cennet hazırlanır ve süslenir. Ramazan’ın ilk gecesi olduğu zaman arşın altından bir rüzgâr eser. ‘Musira’ diye isimlendirilen bu Musira Rüzgarı nın etkisiyle cennet kapılarının tokmakları ve cennet ağaçlarının yaprakları sallanır. Bunlardan öyle güzel bir nağme oluşur ki, hiçbir dinleyici daha güzelini işitmemiştir. Huriler bu güzel nağme sebebiyle köşklerin balkonlarına koşuşurlar. Şöyle seslenirler: Yok mu bizi isteyen? Rabbimiz bizi ona nikâhlasın.” (Beyhakî, Şuabu’l-Îmân, No: 3421; Süyûtî, ed-Dürrü’l-Mesrûr, 2/223-224; Münzirî, et-Tergîb ve’t-Terhîb, 2/100-101)

Hadis-i şerifte anlatıldığı üzere hurilerin “Yok mu bizi isteyen? Rabbimiz bizi ona nikâhlasın.” sorusuna cevap ise elbette sadece “Varım!” demekten ibaret değildir. Zira bu sözler “Rabbimiz salih amel işleyenlere bizi vaad ediyor. Salih amel işleyin ki Rabbimiz bizi sizinle nikâhlasın.” anlamındadır.

Şeytanlar bağlanır 

Hadis-i şerif şöyle devam ediyor: “Balkondan cennetin bekçisi Rıdvan’ı gören huriler, ‘Bu gecede bir gariplik var. Bu gece de nedir?’ diye sorarlar. Rıdvan onlara şunları söyler: ‘Bu gece Ramazan’ın birinci gecesidir. Allah’ın salih kullarının cennete gelmesi yakın oldu.’ Sonra Allah Tealâ nida eder: ‘Ey Rıdvan, cennetin tüm kapılarını aç. Ey Malik, cehennemin tüm kapılarını kapat. Ey Cebrail, yeryüzüne in, müminlerin oruçlarını bozamasınlar diye azgın şeytanların hepsini bağla ve denizlerin dalgalarına at.’ ”

Bu ayda şeytanları bağlaması Rabbimizin müminlere olan eşsiz merhametinin en büyük tezahürlerindendir. Zira Efendimiz s.a.v.’den öğrendiğimize göre Ramazan ayında her nafileye bir farz amel gibi mükâfat verilir. Üstelik farz ameller ise yetmiş misli ile değerlendirilir. Kur’an’ın her bir harfini okumak, bir lafza-i celali söylemek bin misli sevap yazdırır. Bu ayda sohbet ve ilim halkalarına, Allah’ın ve Rasulü’nün anlatıldığı meclislere her adımla bir senelik nafile ibadet hayrı elde edilir. Her iftar vaktinde binlerce kişi cehennemden azat edilir ki, hepsi amelleriyle cehennemi hak etmiş durumdadır. Böylesine rahmet yağmurlarının yağdığı bir ayda, müminleri türlü hilelerle ibadetten alıkoyan şeytanların bağlanması ve böylelikle müminlere bu amelleri yapma kolaylığı sağlanması şüphesiz Rabbimizin bizlere karşı ne kadar affedici ve şefkatli olduğunu gösteriyor.

O’na doğru yürüyüş 

Hadis-i şerifte Musira Rüzgarı’nı duyunca hurilerin ayaklandığı, balkonlara çıktığı anlatılıyor. Ramazan’ın ilk gecesi bu rüzgâr yine esecek. Bizlere Rabbimizin sayısız ihsanlarının başladığı Ramazan ayının geldiğini hatırlatacak.

Cennet halkını şaşırtan bu rüzgâr bizim de kalbimize değsin, Allah’ın rahmet ayını coşku ve heyecanla karşılayalım. İsrafil (a.s)’ın sûrunun mezardakileri canlandırıp kaldırdığı gibi Musira Rüzgarları da bizim ibadet hayatımızı, maneviyatımızı diriltsin. Başta tövbe istiğfar olmak üzere oruçla, teravihle, mukabelelerle, sohbet ve zikir meclisleriyle Ramazan’ı ihya edelim.

Elbette ibadet ve taatimize değil, Rabbimizin fazl u keremine güveniyoruz. Ramazan-ı şerif O’na doğru büyük, bereketli bir adım. Ve O kendisine bir adım gelene on adım yaklaşıyor. Yürüyerek gidene ise koşarak geliyor.

Selim Uğur
 Semerkand Dergisi
Musira Rüzgarı

Kazancımız neyin karşılığı?

ahmet çağıl tasavvuf gavs menzil

İmâm-ı Rabbânî hazretleri de şöyle diyor:

– Zamanımızda âlim olsun, cahil olsun müslümanların çoğu, nafile ibadetleri yapmaya çok önem veriyorlar. Farzları yapmakta gevşek davranıyorlar. Farzların içinde bulunan sünnetleri ve müstehapları gözetmiyorlar. Nafilelere kıymet veriyorlar. Farzları aşağı görüyorlar. Sünnet olan cemaatin çoğalmasına, hatta namazı cemaatle kılmaya aldırış etmiyorlar. Farzları gevşeklikle, üşenerek kılmakla, vazifeyi bitirdiklerini sanıyorlar. Aşure gününe, Berat gecesine, Receb ayının 27. gecesine ve bu ayın Regaib gecesi dedikleri ilk cuma gecesine daha çok önem veriyorlar. Bu zamanlarda, büyük cemaatlerle nafile namazlar kılıyorlar. Bu cemaatleri iyi ve güzel sanıyorlar. 

Bunların, şeytanın aldatması olduğunu, günahları sevap olarak gösterdiğini anlayamıyorlar. 

Onun için yaptığımızın kendimize ait olduğunu bilelim. Kendimiz için yapıyoruz. Allah Teâlâ’nın ihtiyacı olduğu için değil! Yani biz namazı çok güzel şekilde kılsak Allah Teâlâ’nın yüceliği zerre miktar artmaz. O’na bir menfaat vermez. Hiç kılmasak da aynıdır. O’na bir zararı dokunmaz. Bütün âlem namazını kılmasa, hiç kimse dinî ibadetini yapmasa Allah Teâlâ’ya zerre kadar zararı olmaz. Ama olan bize olur. 

Bu âlemde son derece güzel ibadetler yapmış olsak, yine Allah’a bir fazlalık olmaz. Yani yaptığımız bizedir. Kendimiz için yapacağız. Namazı güzelce kılmayınca kendi malımızdan çalmış oluyoruz. Büyük sevap kazanacakken, çoğunu bırakıyoruz, azını alıyoruz. Kendi kendimize yapıyoruz. Onun içerisi düzeldikten sonra yaptıkları çok kıymetli oluyor, buyuruyor büyüklerimiz. Gavs-ı Bilvânisî hazretleriyle beraber Suriye’ye Şeyh Ahmed Haznevî hazretlerinin dergâhına ziyarete gittik. Orada ziyaretten sonra bir evde misafir olduk. Ahmed Hazneyi hazretlerinin evinde bir hasta var, dediler. Beni çağırdılar. Onu muayene için gittim. Muayene ettim, geldim. Gavs hazretlerinin yanında da bir hizmetçisi vardı: 

– Doktora söyle, dedi. Bugünkü kazançlarımızı ortak edelim; ben ne amel yaptımsa o da ne amel yaptıysa ortak olalım! 
– Kurban, dedim. Siz zarar edersiniz ortak olursak. 
– Niye? dedi 
– E kurban, dedim. Biz kitaplarda okuduk; Gavsların bir anlık ameli insanların ve cinlerin amelinin toplamından daha kıymetlidir, diyorlar Ben bunları söyleyince hizmetini gören kişi, ona sözlerimi Kürtçe olarak anlattı. O zaman da Gavs-ı Bilvânisî hazretleri ona, 
– Bu doktor bir şeyler biliyor, demiş.

 Bakın orada iki kişi var; biri kâmil bir veli, Gavs-ı Bilvânisî hazretleri, diğeri de yetişmemiş biri! (Dr. Ahmet Çağıl, kendini kastediyor) “Yok öyle değildir” demedi. O da aynı ameli yapsa biri bir avuç alıyor, diğeri de denizler kadar alıyor. Bu kadar farkediyor. İşte içimizi düzeltmek için lazım gelen vazifelerin üzerinde mübareklerin durmaları da bu yüzden kardeşler! 

Normal insanın nefsi kötülükten hoşlanır. O insanın içerisinde iman vardır; müslümandır. Ama nefsi yine kötülükten hoşlanıyor demektir. Bunun Müslümanlığı biraz alacalı oluyor. Bir taraftan günahtan hoşlanıyor, bir taraftan da Müslümanlıktan geri kalmıyor. Müslümanlığı iyi güzel de kötülükten hoşlanmak hiç hoş olmuyor. 

KAZANCIMIZ NEYİN KARŞILIĞI? 

Gavs-ı Bilvânisî hazretleri bize anlattı:
 – Gavsı Hizânî hazretlerinin zamanında bir hırsız varmış. Bu hırsız başkalarının kovanlarından bal çalıp çarşıda satarmış. Ancak, sen bu balı nereden alıyorsun? Çaldın mı demesinler, diye evine bir kovan arı koymuş. Ama sattığı bal, bir kovan arının balından çok fazla imiş. Her gün arı kovanının başına gelir,

 -“Vız vız sizden, bal bizden” dermiş.

 İşte sâdât-ı kiram efendilerimiz de böyle yapıyor, buyurdu. Siz biraz vız vız edin, bal sâdâtlardan! 
Onun için kardeşler! Bu kapıda iken gördüğümüz güzellikleri kendimizden bilmeyelim. Kazancımız, kendi çalışmamızın karşılığı değildir. Onların himmetidir. Gavs-ı Bilvânisî hazretleri yine bir gün sohbetinde,
– Sâdât-ı kirama sofi olan en alt seviyedeki bir müridin makamı, daha ilk tövbesinde kabir keşfinden başlar, buyurdu. Ne var ki sâdâtlar, müridin kalbine manevi bir perde çeker ve onu göstermezler. Çünkü insan ne kazandığını görse, bu mal bana kıyamete kadar yeter, diye düşünüp bir daha bu kapıya hiç kimse gelmez, buyurdu. Yine bir gün bir grup sofi ile oturuyoruz, Gavs-ı Bilvânisî hazretlerinin yanında…Sofilerin içerisinde herhalde üzülenler vardı. Bize, -“Biz niye üzülüyoruz, biz keyfedecek bir kapıdayız. Hamdolsun Allah Teâlâ bizi bu zatların yanına getirmiş. Sevmiş ki sevdiklerinin kapısına getirmiş. Biz niye üzülüyoruz, elimize mendil alıp halay çeksek oynasak yeridir, hakkımızdır. Kendimizi niye bu kadar üzüyoruz” buyurdu. 

MUHABBETİN TADINI ALAN BİLİR 

Sevgisini, muhabbetini yeryüzünde dağıtan Rabbimiz her zaman salih kullarını da hazır bulundurmuştur. Onların vasıtasıyla dağıtıyor muhabbetini ve sevgisini. İşte bu Allah dostlarının kalbi, Rabbü’l-âlemin’in sevgisiyle doludur. Kim onların elini tutarsa, onlara yönelirse, onları kabul ederse, onların kalbinden kendi gönlüne doğru bir sevgi akını başlar. 
İşte o zaman kişi, sevmeye başlar. Önce de bizim ilmimiz aynıydı, aklımız aynıydı, kabiliyetimiz aynıydı, bilgimiz aynıydı; ama sevemiyorduk. Mübareklerin elini tutar tutmaz iş değ
işiyor. Sizin aranızda da vardır, işitmişsinizdir; daha önce bu yollardan haberi olmayan insanlar, müslüman olduğunu bilip de Müslümanlığın hiçbir kaidesini yapamayan insanlar, Menzil’e gidiyorlar. Mübareklerin elini tutar tutmaz iş değişiyor, hep görmüşüzdür bunları. Sanki kırk yıllık sofiymiş gibi onları sevmeye başlıyor. İbadetlerine yöneliyor. Haramdan çekinmeye başlıyor. Sanki onun içine bir çip yerleştiriliyor; o insan İslâm’a uygun hareket etmeye başlıyor, haberi olmadan! İşte bu nimet Allah’ın dostları sayesinde zuhur ediyor. Bundan sonra da böyle devam edecek.

 Dr.Ahmet ÇAĞIL 
Ruhuna Fatiha

Hatme Duası

     
https://hakkasevdalilar.blogspot.com/

  Hatmeyi bugünkü usul üzere Abdulhâlik Gücdevani Hz.leri tertip etmiştir. Hatm-i Hâcegân diye de anılır. Hâcegân, ulu zatlar, efendiler, büyük hocalar demektir. Hatm-i Hâcegân büyük velilerin tertip, talim ve tatbik ettiği hatim demektir. Bu zikre hatim ve hatme denmesinin bir sebebi şudur: Bu yolun büyükleri müridleri ile bir meclis kurduklarında toplantıyı bu zikirle bitirirlerdi. Onlara has bir uygulama olarak bu zikre Hatm-i Hâcegan denmiştir.

Bu zikirlere hatim denmesinin bir diğer sebebi, içinde okunan Fatiha ve İhlasların hatim sevabına denk olmasındandır. Çünkü Resûlullah (s.a.v) Efendimiz, ihlas sûresini üç defa okuyan kimsenin Kuranı bir kere hatmetmiş gibi sevap elde edeceğini müjdelemiştir. [ Müslim, Salatül-Müsafirin, 261; Tirmizi, Fedailül-Kuran, 11.]
 Büyük hatmede toplam bin defa İhlas sûresi okunmaktadır. Bu da üç yüz otuz üç (333) Kuran hatim sevabına denktir. Onun için büyükler bu zikre çok önem vermişlerdir. Öyle ki çok ciddi bir hastalık ve ağır yolculuk hâlleri hariç, bütün ömürleri boyunca bu zikri hiç aksatmamışlardır.

 Hatme Duası

 Bismillahirrahmanirahim Elhamdü lillâhi rabbi’l-âlemîn. Elhamdü lillâhi hakka hamdihî ve senâihî vessalâtü vesselâmü alâ hayri halkıhî Muhammedin ve alâ âlihî ve sahbihî ecmaîn. Allahümme belliğ ve evsıl misle sevâbi hâzi-hi’l-hatmeti’ş-şerîfeti’l-mübâreketi, ba’de’l-kabûli minnâ bi’l fadli ve’l keremi, hediyyeten minnâ vâsıleten ilâ ravdati menbaı’s sıdkı ve’ssafâ, eşrafi’l-verâ, hazreti seyyidinâ Muhammedini’l Mustafa (sallallahu aleyhi ve sellem ve ilâ ruhî).

 Küllin min âlihî ve evlâdihî ve ez-vâcihî ve ashâbihî ve etbâihî ve zürriyyâtihî ve muhâcirihî ve ensârih (rıdvanullahi tealâ aleyhim ecmain ve ilâ ruhî). Küllin min sâdâti silsileti’t-tarîkati’l-aliyyeti’n-Nakşibendiyyeti, ve’l-Kâdiriyyeti, ve’s-Sühreverdiyyeti, ve’l-Çeştiyyeti, ve’l-Kübreviyye (kaddesallahu esrârahüm ve ilâ ruhî).

 Şeyhınâ ve melâzinâ ve kıdvetinâ ve imâminâ ve imâmi’t-tarîkati zi’l-feydı’l-cârî ve’n-nûri’s-sârî, eş-şeyh bahâi’l hakkı ve’l hakîkati ve’d dîn, hazreti eş-Şeyh Muhammed’ini’l Üveysiyyi’l Buhârî, el ma’rûfi bi-Şâh-ı Nakşibend (kaddesallahu sırrahu ve ilâ ruhî). 

Menba’i’l meârifi ve’l kemâli seyyidi’s-sâdâti, es-Seyyid Emîr Külâl (kaddesallahu sırrahu ve ilâ ruhî). El-Mukbili aleyke ve limâ sivâke’n-nâsî, eş-Şeyh Muhammed Bâbâ’s-Semmâsî (kaddesallahu sırrahu ve ilâ ruhî).

El-vâlihi fî mehabbeti mevlâhü’l ğaniyyi, el-ma’rûfi bi hazreti Azîzân Hoca Aliyyi’r-Râmîtenî (kaddesallahu sırrahu ve ilâ ruhî).

El-Mu’ridi ani’l-murâdi’d-dünyeviyyi ve’l uhreviyyi hazreti eş-Şeyh Mahmûdini’l İncîr Fağnevî (kaddesallahu sırrahu ve ilâ ruhî).

El-Mütesellihı ani’l hicâbi’l beşeriyyi, hazreti eş-Şeyh Ârifi’r-Rivegerî (kaddesallahu sırrahu ve ilâ ruhî).

 Kutbi’l evliyâi ve burhâni’l esfiyâi kâmii’l bid’ati muhyi’s sünneti, şeyhi’l meşâyihi, mevlânâ hazreti eş-Şeyh Abdülhâlıkı’l Gucdevânî (kaddesallahu sırrahu ve ilâ ruhî).

 Kutbi’l-hakkânî el ğavsi’s-samedânî eş-Şeyh Ahmed el Fârûkıyyi’s-serhendî, el ma’rûfi bi’l İmâmi’r-Rabbânî müceddidi’l el fi’s-sânî (kaddesallahu sırrahu ve ilâ ruhî).

Kutbi dâireti’l irşâdi ğavsi’s-sekaleyni ale’s-sedâdi es-sâiri fillâhi’r-râki’s sâcidi zi’lcenâheyn Diyâüddîn, Mevlânâ Hazreti eş-Şeyh Hâlid (kaddesallahu sırrahu ve ilâ ruhî).

 Menbai’l hilmi ve nûri’z zalâm, el hâdî beyne’l aşâiri ve’l akvâm, sirâciddîn ellezî zahera min halefi seyyidi’l enâm, mevlânâ hazreti es-Seyyid Abdullah (kaddesallahu sırrahu ve ilâ ruhî).

Şeyhine’l ğayûrillezî bihî netebâ ha’l vekûri kutbi’l irşâdi ve’l medâri, şihâbid dîn, mevlânâ hazreti eş-Şeyh, es-Seyyid Tâhâ (kaddesallahu sırrahu ve ilâ ruhî). 

Sultâni’l küberâi’l mütekaddimîn, kıdveti’l küberâi’l müteahhirîn, ğavsi’l âmmeti ve’l hâifîn kutbi’l eimmeti ve’s sâlikîn, muğisi’l müsteğîsîn, mûnisi’l ğurabâi ve’l âşıkîn, şeyhine’l kâmili’l mükemmili’l Üveysîyyi, Mevlânâ Hazreti eş-Şeyh Seyyid Sıbğatullahi’l Arvâsî (kaddesallahu sırrahu ve ilâ ruhî).

 Sultâni’l ârifîn, kutbi’l aktâbi’l vâsılîn, el müteşerrifi bi’l fenâi’l mutlak, mürebbi’s sâlikîne ilâ rabbihim ale’l vechi’l ehak, nâsıri’ş-şerîati ğarrâ, kâmii’l bid’ati’d darrâ, müceddidi âsâri’s selefi ve’t-tâbiîn, ve mümehhidi bünyâni tarîkati’l halefi ve’l-lâhikîn, el mutasarrifi ale’l ıtlâk ellezî lem yüra lehû nazîrun ba’de’t-tefehhusı fi’l-âfâk, kâtıun nisbeti ani’l mübtedii ‘t-tâğî, mevlânâ şeyhine’l kâmili’l mükemmili, hazreti eş-Şeyh Abdurrahmani’t-Tâhî (kaddesallahu sırrahu ve ilâ ruhî).

 Şeyhi’ş-şerîati ve şehbâzi’t tarîkati ve burhâni’l hakîkati, el fânî fillâhi ve’l bâkî billâh, el mu’tasımi bi hablillâh, şeyhine’l kâmili’l mükemmili, mevlânâ hazreti eş-Şeyh Fethullah (kaddesallahu sırrahu ve ilâ ruhî).

 Camii kemâlâti’l evliyâi’l evvelîn ve mecmai’l âdâbi ve füyûdâti’l âhirîn, umdeti’l İslâmi ve’l müslimîn, umûdi’l meşâyihı bi ecmaihim ve’s-sâlikîn, dav’i’s semâvâti ve’l aradîn, sirâci’l milleti ve’d dîn, kehfi’d duafâi ve’l mesâkîn, kutbi’l eimmeti ves-sâlikîn, sultâni’l âşıkîn, şeyhine’l kâmili’l mükemmili mevlânâ hazreti eş-Şeyh Muhammed Diyâüddîn (kaddesallahu sırrahu ve ilâ ruhî).

 Vârisi makâmâti’l evliyâi ve’l ârifîn, imâmi’l mü’minîn, umdeti’l âbidîne ves-sâlikîn, muzhiri’ş-şerîati’l ğarrâi muhyi’t tarîkati’n Nakşibendiyyeti’l beydâ, el mütesellihi ani’l hicâbi’l insiyyi, el hâzini li’s sırri’l ma’neviyyi, mevlânâ şeyhine’l kâmilil mükemmili, hazreti eş-Şeyh Ahmed el Haznevî (kaddesal-lahu sırrahu ve ilâ ruhî).

 Sultâni’l câzibîn, nûri hidâyeti’l vâsılîn, kutbi’l ferdi li’l âlemîn, nâşiri’l mesleki’l Ahmediyyeti fer’i’ş-şecereti’l Muhammediyye, pîri’t -tarîkati’n Nakşibendiyye, sâhibi’s-seciyyeti’l mahmûdiyye, es sâkî min hıyâdı’l bahâiyye, nâsıbi’l a’lâmi’d-dîniyye, muhyi âsâri kübbâri’s-selefi ve’t-tâbiîn, matlai’l himemi bi’l yakîn, menheci’s-saâdeti li’l musaddıkîn, şeyhine’l kâmili’l mükemmilil Üveysîyyi Bilvânisî, Mevlânâ hazreti eş-Şeyh, es-Seyyid Abdülhakimi’l Hüseynî (kaddesallahu sırrahu ve ilâ ruhî).

Sultâni’l müslimîne ve’l müsteci rîn, ve tâci’l mensûrîn, ve muhibbi’l mahbûbîn, ve müşâri’l müsteşirîn, ve irşâdi’l mürşidîn, ve sırri’s-sâdıkîne bi-hidâyeti rabbi’l âlemîn, el fâtihi künûze’l ilmi ve’d-dîn, el müstakırri bi’ş şerîati’l ğarrâi muhyi’t tarîkati’n Nakşibendiyyeti’l beydâ, şeyhinel kâmili’l mükemmili’l Bilvânisî, Mevlânâ hazreti eş-Şeyh, es-Seyyid Muhammed Râşidi’l Hüseynî (kaddesallahu sırrahu ve ilâ ruhî).

 Mecmai âmâli’l müslimîn, kutbi’l fâizîn, sikati’l müttakîn, vesîleti’l mütevekkilîn, sâhibi’s-sehâveti ve’l kerâmeti li’l âlemîn, kesîri’l mehabbeti li’l mütevâdıîn, sâhibi’ş şerîati ve’t tarîkati’n Nakşibendiyye, mevlâye ve şeyhî ve seyyidî ve senedî, ve menbihî temessükî ve aleyhi i’timâdî ve bihî iftiharı ve minhu istimdâdî ve kurrati aynî, şeyhine’l-kâmilil’ mükemmili’l Bilvânisî, Mevlânâ hazreti eş-Şeyh, es-Seyyid Abdülbâkî el Hüseynî (kaddesallahu sırrahu ve ilâ ruhî).

 Küllin mine’s-sâdâti ve’l hulefâi ve’l mürîdîne ve’l muhibbîne ve’l mahbûbîne vel mensûbîne ve’l müntesibîne ilâ hâzihi’t-tarîkati’l aliyyeti ve sâiri’t turuk.

Allâhümmec’al misle sevabihâ mektûben fî sahîfeti a’mâli küllin, verfa’ bihâ derecâti küllin, ve a’li bihâ fî a’lâ ılliyyîne menzilete küllin, ve zidnâ bihâ mehabbeten inde cenâbi küllin, ve efid aleynâ min berekâti küllin, ve etmim lenâ sülûke hâzihi’t-tarîkati’l aliyyeti, ve veffiknâ li merdâti şeyhinâ vemtisâli evâmirihî ve’ctinâbi menâhih. 

Allâhümme’rzukne’l-bekâe bike, ba’de’l fenâi fîke alâ kademi sâdâtine’s sâlikîne fîhâ.

Allâhümmağfir lenâ, hatâyânâ veclibnâ ilâ mehabbetike bi-mehabbeti evliyâike, verzukne’t tevfîka ve’l-istikâmete alâ dînike ve tâatike bi-rahmetike yâ erhamerrâhimîn. Âmîn, Ve’l-hamdü lillâhi rabbi’l-âlemîn.

En Çok Okunan Yazılar