23 Kasım 2018 Cuma

GAVS–I SÂNI'DEN (K.S.A.) INCILER





Silsile-i Zeheb'in (Altun Silsile) 39. halkasında bulunan;Eş-şeyh Es-seyyid Abdulbaki el-Hüseyni Hz.'nin (K.S.A.),farklı zaman ve zeminlerde yapmış olduğu kısa sohbetleri,Dr. Necati Aksu tarafından derlenerek düzenlenmiştir.Sohbetlerdeki ifadelere azami ölçüde sadık kalmaya özen gösterilmiştir.İnşallah, imkân dahilinde bilahare tekrar gözden geçirilecektir.

Gavs-i Sâni Hz. ile ilgili bir müjde
Gavs-i Hizani (K.S.) vefat ederken halifesi Şeyh Abdurrahman et-Tahi'yi (K.S.) çağırdı ve ona bir vasiyette bulundu.
Dedi ki: "Ben gidiyorum. Ahmet Berive isminde birine rastlarsan benden selam söyle bize dua etsin."
Şeyh Abdurrahman et-Tahi (K.S.) hayatı boyunca Şeyhinin bu vasiyetini yerine getirmek için gözünü açtı fakat Berive isimli bir zatı bulamadı. O da vefat ederken halifesi Şeyh Fethullah Hz.ni (K.S.) yanına çağırdı ve bu emaneti ona devretti.

Dedi ki: "Şeyhimin bana bir vasiyeti vardı, ben onu yerine getiremedim, şimdi o vasiyeti sana devrediyorum. Ahmet Berive isimli bir zatı görürsen ona söyle. Şeyhimin ve benim selamımı söyle bizlere dua etsin."
Şeyh Fethullah (K.S.) bu emaneti yerine getirmek için uğraştı ama öyle bir zata o da rastlayamadı. O da vefat ederken halifesi şeyhinin oğlu, Şeyh Muhammed Diyaüddin Hz.ne (K.S.) aynı emaneti devretti.
Dedi ki: "Gavsın selamı var, Seyda-i Tahi’nin selamı var, Şeyh Fethullah olarak benim de selamım var. Ahmet Berive’yi bulursan bu selamları ona ilet ve bizlere dua etmesini talep et."
Bir gün atının üstünde giderken, karşıdan gelen iki tane genç gördü. Gençlere selam verdi, onlar da selamı aldı, tanışalım dediler. Gençlerin birisi adını söyledi, sıra diğerine gelince; "Ben de Ahmet Berive'yim" dedi.

Hazret atından indi ve "Seni arıyoruz ey genç" dedi.

Dedi: "Ey genç! Gavs-i Hizani’nin, Seyda Tahi’nin ve şeyhim Şeyh Fethullah’ın sana selamı var. Onlar senden dua istiyor ama onlarla birlikte bana da dua et."

Genç: "O dediğin zatlar kim ben kim, onlara dua etmek kim." dedi.

Hazret: "Sen orasını karıştırma selamları al ve dua et." dedi.

Genç: "Ve aleykum selam" dedi ve ellerini açarak emri yerini getirdi.

Ondan sonra Hazret: "Tut elimi" dedi. Ve... Yarabbi! Ben pişmanım… diye başlayan, Sadat-ı Nakşibendiyye’nin tevbesini verdi. Onu kendine mürid kabul etti. Terbiyesine aldı ve yetiştirdi. Ve daha sonra Hazretin halifesi olarak Sadatın nisbetini Suriye'nin Hazne şehrine götürdü ve orada irşada devam etti.

Gün geldi, Gavs-i Bilvanisi Abdülhakim el-Hüseyni Hazretleri, Sadatın dergahında terbiyesini tamamladı. İrşadını, (seyr-i sülûkunu) tamamlamak üzere rüya ile aldığı bir işaretle onun (Şah-ı Hazne’nin) kapısına gitti. Çalıştı gayret etti, yıllarca sefer etti ve neticede Gavs-i Bilvanisî bu görevi aldı ve tekrar Türkiye'ye getirdi.

Gavs-i Bilvanisî ile birlikte o seferleri yapan bir Seyyid, daha sonra Şah-ı Hazne'nin huzuruna vardığında;
Şah-ı Hazne “Şeyh Abdülhakim ne yapıyor?” diye sordu.
Seyyid halini anlattı.
Şahı Hazne: "Bana Abdülhakim’in çocuklarından haber ver" dedi.
O ailenin ve Gavs-i Bilvanisi’nin yakını olan Seyyid: "Şeyh Abdülhakim’in üç oğlu var, birinci oğlunun ismi Seyyid Muhammed" dedi.
Şahı Hazne: "Şeyh olur" buyurdu.
Seyyid : "İkinci oğlunun ismi Seyyid Muhammed Raşid" dedi,
Şahı Hazne: "Onun çok büyük cemaati olur" buyurdu.
Seyyid: "Üçüncü oğlunun ismi Seyyid Abdülbaki" dedi,
Şahı Hazne: "Âlem onun zamanında irşadı bir görsün" dedi…
Sadatlar, Ahmet Berive’ye selam söylemiş, O da Şeyh Abdülhakim el-Hüseyni'nin üçüncü oğlunu işaret etmiş ve ondan haber vermiş; âlem onun zamanında irşadı görsün diye. Gavs-i Sâni Seyyid Abdülbaki’nin daha çocukluğunda bu haberi vermiş.

En Büyük Hizmet

Gavs-i Sâni Hz. buyurdu:
Başkalarına hizmet etmek isteyenler, kendilerini ıslah etsin yeter.Çünkü nefsini ıslah eden kimse başkalarına fayda verebilir ve güzel şeyleri temsil edebilir. Sadat-ı Kirâm, nefislerini ıslah edip güzel ahlakı elde ettikleri için Allah yolunda insanlara büyük fayda vermişlerdir. En büyük hizmet, güzel ahlaklı ve edepli bir insan olmaktır.
Buyurdu:
“Bu kapıda kişinin ne kadar hizmet ettiğine değil nefsinin ne durumda olduğuna bakılır.”
Yaptığınızı Allah rızası için, sevdiğiniz zatın hatırı için yapın.

Şeriat, Tarikât, Niyet ve Amel

Gavs-i Sâni Hz. buyurdu:

Tarikat şeriatın üstünde kurulmuş takva makamıdır. Şeriatsız tarikat olmaz. Bir evin yapımında temelde kullanılan demir beton eksik olursa bina sağlam olmaz, çabuk çöker. Tarikatın temeli de şeriattır. Temeli sağlam olmayan tarikat ehli de çabuk yoldan çıkar.

Yapılan hizmetlerde ve ibadetlerde niyet önemlidir. Niyet Allah rızası için olmalıdır. Biz kırk yıldır köyümüzde olanların ve sofîlerin Fatiha'yı bildiklerini sanıyorduk. Gördük ki Fatiha'yı eksik okuyorlar. O zaman namazları iptal oluyor. Bunda bizim de sorumluluğumuz var. Biz, sofîler mahcup olmasın diye sormaya utandık. Tüm sofîler Fatiha'yı öğrenmek zorundadır. Siz de bunun için çalışacaksınız. Bu işten sorumlusunuz. Namazlarda Fatihalar ve diğer vecibeler eksik olmayacak.

Dünya melundur. İçindekilerle birlikte lânetlenmiştir. Yalnız Allah rızası için yapılan hariç. Bir kişinin Müslüman olması için ilk önce Kelime-i Şahadet getirmesi gerekir. Ondan sonra imanın şartlarını (amentüyü) kabul etmesi gerekir. Ondan sonra da İslâm'ın beş şartını yapması lâzımdır. Bunlardan hac, zekât, oruç belli şartlara bağlanmıştır. Ama namaz, akıl baliğ olan herkesin üzerine farzdır. Herkesin her şartta yapması gereken bir ibadettir. Yapılmazsa çok büyük cezası vardır. Bazı âlimlere göre beş yüz yıl bazı âlimlere göre yetmiş bin yıl cezası vardır. Kişi hasta olsa hareket edemeyecek olsa bile, îma ile de olsa namazını kılmak zorundadır. Kişi suda boğuluyor olsa, sekerât (ölüm sarhoşluğu) anı gelmiş olsa bile yine de o vaktin namazını eda etmek zorundadır. O vaktin namazından sorumludur.

Dünya melundur. İçindekilerle birlikte lânetlenmiştir. Yalnız Allah rızası için yapılan hariç.

Yaptığımız ibadet ve hizmetler Allah rızası için yapılmalıdır. Niyetlerimiz Allah rızası için olmalıdır. Dünya için bile çalışsak niyetimiz Allah rızası için olursa, ibadete çevrilir.

Gavs Hz. şöyle nakletti:

''Bir insan sabah kalkınca, güzelce abdestini alsa, evinden işine giderken: ''Ya Rabbi! Sen Rezzak-ı Mutlaksın (bütün yarattıklarının rızkını verirsin.) Biz çalışsak da çalışmasak da sen bizim rızkımızı verirsin. Lakin rızık için çalışmayı bize sen emrettin. Biz senin emrine uyup rızkımızı aramaya gidiyoruz'' diyerek niyet etse ve bu niyetle işe başlasa bütün gün boyunca başını secdeden kaldırmayıp nafile namaz kılan kimse gibi sevap kazanır. İnsan için bunu yapmak çok kolaydır. Bu sevabı kazanmak için güzel niyet etmesi yeterlidir.''

"Dünya da lâzım amma niyet Allah rızası olursa ibadet yerine geçer. Sizin paranız olmasa buraya nasıl gelecektiniz. Elbise, yiyecek nasıl alacaktınız. Amma sizin amacınız sadece dünya olmamalı, amacınız ahiret olmalı. Amacınız dünya parsı değil ahiret parası kazanmak olmalı. İnsan tarlaya ne ekerse onu biçer, buğday ekse buğday biçer. Dünya ahiretin tarlasıdır. Siz de takva tohumu ekerseniz ahirette karşılığını alırsınız."

Allah Rızası

Gavs-i Sâni Hz. buyurdu:

"Allah rızasını kazanmak için ameli salihe devam edilmesi lâzımdır. Küçük-büyük demeden Allah rızası için önünüze gelen hayırlı isleri yapın. Sen niyetini Allah için yap, gerisi güzel gelir. Allah kuluna kafidir.”

”Benim Allah’ın rızasından başka bir derdim ve Rasulullah ( a.s) ın sünnetini ihyadan başka bir işim yoktur.”

Bütün gaye Allah rızasını tahsil olmalıdır. Eğer Allah insandan razı olursa insana dünyayı da, âhireti de nasip eder. Ne kadar iyi şeyler varsa, cennet dahil hepsini ona ihsan eder. Maksud dünya menfaati değil, âhirettir, Allah sevgisidir. Allah (C.C) insanı severse karşılığını daha ziyade âhirette verir. Dünya malı vermiş veya vermemiş hiç mühim değildir. Allah rızasının karşılığı âhiret mükâfatıdır. Eğer Allah rızasını tahsil etmek nasip olursa, Rabbü’l-Âlemin onu ebedül ebed maksuduna erdirir, ebedi saadet ihsan eder. Ve nihayet ebedi olarak Cemalullaha kavuşturur.

Bu Nakşîbendi yolunda olanların tamamı Maksud-i Bizzat içindir. Peygamberin (A.S.V.) şeriatı içindir. Nakşîbendi Tarikatı’nda ve diğer tarikatlarda tek gaye, Allah ve Resulü’nün sözünden çıkmamak, Peygamber’in (S.A.V) şeriatına tam ittiba ederek, Allah’ın rızasını kazanmaktır.

Şu husus bilinmelidir ki, maksud tarikat değil, maksud Allah’ın Zatı, Allah’ın dostluğudur. Bütün düşünce Allah ve Resûl’ünün emirlerine uyarak, Allah’ın Zatı'nı maksud yapmaktır. Bu da ancak Allah’ın emirlerine uymakla olur. Allah’ın emirlerinden asla çıkmamaya gayret edilmelidir. Çünkü tek gaye, maksud odur.

Bunların elde etmenin tek yolu kendini çok muhafaza ederek Allah’ın emrine muhalefette bulunmamak, kendinden günah sudur etmemesine dikkat etmektir. İnsanın Allah yolundan, hakikat yolundan çıkmaması lâzımdır. İşte bunlara titizlikle riayet edilirse Allah rızası o zaman meydana gelir. Rabbü’l-Âlemin o zaman insandan razı olur. Allah rızası elde edilince insanın bütün işleri hallolmuş olur.

Bütün gayeler, tarikat ve diğer çalışmalardaki bütün gayeler yalnız ve yalnız Allah rızası içindir. Maksudi Bizzat içindir. Maksud Allah’ın (C.C) Zatı ve talep onun rızasıdır.

Allah rızası, ancak emirlerine tam itaat etmekle, muhalefet etmemekle, nasıl emretmişse harfiyen tatbik etmekle kazanılır. Ve o kazanıldıktan sonra insanda hiçbir noksanlık kalmaz. Nasıl kalır ki; Allah (C.C) ona dost, o da Allah’a (C.C) dost olmuş olur.

Şu bilinmelidir ki Allah-u Teâlâ’nın insanın ibadetine, tââtına asla ihtiyacı yoktur. (Hâşâ) Rabbü’l-Âlemin onlarla ne büyük, ne de küçük olur. Yapılan bütün amellerde tek maksud Allah’ın rızasıdır. Allah’ın rızası da emirlerine mutlak bir itaat ve sözlerinden dışarıya çıkmamakla olur. Namazdaki, tââtteki, ibadetteki maksud, gaye, menfaat Allah rızasını kazanmak içindir. Bunlar Allah rızası ve Allah dostluğu içindir.

Yüce Allah'ın rahmeti çok geniştir. O, bu rahmetini kullarına vermek istiyor, bunun için ufak bir bahane arıyor. Siz bu rahmete ermek için bir bahane bulun. Küçük-büyük demeden Allah rızası için önünüze gelen hayırlı işleri yapın. Önceki büyükler zamanında yaşanmış şöyle bir hadise anlatılır:

İbn-i Asfur diye birisi vardı. Bu zatın hayırlı ameli azdı. Bu zat bir gün bir kuşu yakalayıp onunla oynayan bir çocuk gördü. Çocuk kuşla oynuyor, oynarken de kuşa eziyet ediyordu. Bu zat, Allah rızası için su kuşu çocuğun elinden kurtarayım diye niyet etti. Biraz para çıkardı, çocuğa verdi. Çocuk parayı görünce kuşu ona verdi. İbn-i Asfur da kuşu salıp azat etti. Bu zat bir zaman sonra vefat etti. Bunun Allah dostlarından bir komşusu vardı. Bu veli bir gün onun kabrine gitti. Ona dua ve istiğfar etti. Sonra gözlerini yumdu, murakabeye girdi. Yüce Allah'tan onun kabirdeki halini göstermesini istedi. Yüce Allah onun kabir halini bu veliye gösterdi.

Adam evliyalar gibi güzel bir haldeydi. Ona, " Bu halin ne güzel, bu hali nasıl elde ettin,sana ne muamele edildi?" diye sordu.

Adam: " Bu işe ben de şaşırdım, fakat çok memnunum. Bana, sen bizim rızamız için gücün yetti, bir kuşu azat ettin; biz de seni günahlarından azat edeceğiz, bizim de buna gücümüz yeter. Sen bizim rızamız için o çocuğu ve kuşu sevindirdiğin gibi, biz de seni sevindireceğiz, dendi ve işte bu güzel nimetler bana verildi." dedi.

"Ey iman edenler! Allah'tan korkun ve sadıklarla beraber olun." ayetini okuyarak başladığı bir sohbetinde buyurdu ki: "Sadıklarla beraber olan kimse, onlarla birlikte haşredilir. Baksanıza, Ashab-ı Kehf'in köpeği necis'ül ayn olduğu halde onlarla birlikte bulunması bereketiyle cennete girecektir. İnsan ne olursa olsun sadık kullarla, kâmil mürşitlerle birlikte bulunmalıdır. Zahiren beraber olamayan kimseler manen (kalb ve hayali ile) onlarla birlikte olmaya çalışmalıdır.

Gavs Hazretleri buyurdu ki: "İki gün hırsızla gezersen üçüncü gün sen de hırsız olursun." Bunun için Rasulullah (a.s): "Kişi arkadaşının dini (hal ve gidişatı) üzeredir." buyurmuştur.

"Kalbin gıdası zikirdir. Günahlar ise, şeytanin gıdasıdır. Kalbini diriltmek ve beslemek isteyen kimse Yüce Allah'ın zikrini çok yapmalıdır. Günah işleyenler, kalplerini zayıflatıp şeytanı kuvvetlendirmiş olurlar. Şeytanı kuvvetli olanın dini zayıf olur. Onun için haramlardan uzak durmalıdır."

"Bu dünya bir han gibidir; ahiret yolcusu bütün hazırlığını bu handa yapmalıdır. Yolda tedarik görülmez. Zira kervan yola çıkmıştır. Ölümle başlayan bir yolculuğun geri dönüşü yoktur. Yola çıkan kimsenin, hedefine ulaşması için belli bir yol ve usül takip etmesi gerekir. Başı boş ve hedefsiz yol giden kimsenin hedefine varması mümkün değildir. Onun nereye varacağı da belli olmaz. Allah yolu da böyledir. O yol da Hz. Rasulullah (s.a.v) in yoludur. O'nun izinden başka Allah'a giden bir yol ve kapı yoktur. Hz. Resûlullah'ın (s.a.v) hayatını yaşamak için de ulu Sâdatlara uymak gerekir. Hz. Peygamber'e (s.a.v) hakkıyla uymanın en güzel yolu, sünnet üzere yaşayan sâdatları takip etmektir. Sâdatlar, sünnet-i seniyyeyi kâl olarak değil, hal olarak yaşar ve yayarlar. Onlara uymakla iman selameti ile ölmek nasib olur. Böylece ebedi ahiret yolculuğu imân ile başlamış olur. En büyük saadet de budur."

Gavs-i Sâni Hz.: "İnsanin kalbi yumruk kadardır. Bunun içinde muhabbetullah olması lazımdır... Sonra orada yanan ışığı göstererek; Şu anda ışık yanıyor, etraf aydınlık. Bu ışık sönerse etraf karanlık olacak. Aynı anda hem ışık hem karanlık olmaz. Işık yanarsa aydınlık olur, sönerse karanlık olur. Kalbin durumu da böyledir. Onun içinde muhabbetullah (Allah sevgisi) olması lazımdır. Muhabbetullah yoksa başka şeyler vardır. Başka şeyler olunca kalbe Allah muhabbeti girmez. Allah muhabbetini elde etmek için sofinin şu dört şeye devam etmesi gerekir; Mürşidi ziyaret, Mürşid sohbeti, Rabıta, Vird..."

''Yüce Allah'ı zikre devam ediniz. Zikir çekerken uyanık olunuz. Allah zikrini kalbinizin içine yerleştiriniz. Zikir kalbe yerleşince siz istemeseniz de kalp Yüce Allah'ı zikreder. Midenizi düşünün; o, siz istemesiniz de kendi işini görür. Siz uyurken bile işine devam eder. İçine zikir yerleşen kalp de böyledir.''

Ne anne, ne baba, ne arkadaşın insana fayda vermesi mümkün değildir. İnsana ancak SÂDATLAR dan fayda vardır.

Şeriat, Tarikât ve Amel

Gavs-i Sâni Hz. buyurdu:

Şeriat kök, Tarikat gövde, amel ise meyvedir. Bu üçü şarttır. Kök olmazsa gövde ayakta duramaz, gövde olmazsa meyveler de olamaz. Yalnız kök ve gövde olsa. ama meyve olmasa, olmaz. Meyvesiz ağaç ise odun olur, kesilip yakılır. Tarikat ve Şeriat bir bütündür. Ayrı şeyler değildir. Her kim Şeriatla Tarikatı ayırmaya kalkarsa zındık olur. Tarikat nurdur, ışıktır. Aynen otomobilin farı gibi. Otomobilin her şeyi tamam olsa, farı -ışığı- olmasa, sağlıklı gidemez, kısa zamanda tepe-takla gider.

Köksüz, gövdesiz ve meyvesiz olunmaz. Şeriat-Tarikat-Amel, bunlardan bir tanesi noksan olursa Sadat kabul etmez. Şeriat-Tarikat-Vird Allahu Teâlânın levhasıdır, Resulullahın levhasıdır.

Ölçü Şeriattır. Şeriatta olmayan tarikatta da yoktur.

Muhabbetin Kaynağı

Gavs-i Sâni Hz. buyurdu:

– Sofiler, Sohbet muhabbet verir, muhabbet insana amel yaptırır.

– Sofiler sohbeti rabıtayla dinlerlerse, Rahmet zuhur eder.

– Dergahlarda vekiller bol bol Tasavvuf sohbeti yapsınlar.

– Bir vekilin sohbet yapması, İslam'ı anlatması için illa molla olması, alim olması şart değildir. Kitaplardan okuyabilir. Hazırlık yaparak kitaplardan çıkardığı özeti okuyabilir.

– Gavs Sâni Hz.lerine bir vesile ile soruldu;

– "Sultanım cemaat çok kalabalık olduğu halde yapılan sohbetlerden bir feyiz ve muhabbet alamıyoruz. Bazen de üç beş kişilik bir ortamda yapılan sohbette çok daha fazla feyz ve muhabbet olduğunu müşahede ediyoruz. Acaba bunun nedenleri nelerdir?

Buyurdular ki;

– Bunun üç sebebi vardır, bu üç sebepten biri ya da bir kaçı zuhur edince o ortamdan feyiz ve muhabbet kesilir.?

– Ya sohbet eden kendi nefsinden konuşuyordur. Yani gafildir. Varlık duygusu ile konuşuyordur. Allah'ın rahmetine, Sadatların himmetine yönelmemiştir.

– Ya da cemaat aynı şekilde gaflet içindedir ve adabı gözetmeksizin mecliste bulunmaktadırlar. Yani kalpler dağınık, beklentiler farklıdır. Allahın rahmetine, Sadatların feyzine yönelmemişlerdir.

– Veyahut cemaat sohbette geçen konularla ilgili, birbirlerinin eksiklerini görme gayreti içindedir. Yani şu şunun eksiği, bu da bunun eksiği gibi düşünerek herkesin topu birbirlerine atmasıdır.

Sonra Gavs Hz.leri durdular ve üçüncü maddeyi işaretle buyurdular ki;

– Vallahi biz bundan nefret ediyoruz.

– Gavs Hz. (K.S.) bir sohbetinde şöyle buyuruyor:

Muhabbetin kaynağı dörttür:

1.Mürşidi kamil ziyareti,
2.Mürşidi kamil sohbeti,
3.Rabıta,
4.Vird.

Sofilerinden birisi Gavs Hz.ne sordu: "Efendim, burada o kadar alim var, siz varsınız. İnsanlar da buraya ziyarete geliyorlar. İşleri yok, çay ocağında vs. yerlerde vakit geçiriyorlar. Söyleseniz, alimler sohbet etse, siz sohbet etseniz?

Gavs-ı Sâni Hz. sadece şunu söyledi:

– "Haci! Biz konuşursak doğruyu söyleriz."

Târikât-i Âliyye Hakkında

Gavs-i Sâni Hz. buyurdu:

Bu tarikat-ı âliyye Kur’anın özüdür, Kur’anı Kerimin hikmeti, takvasıdır. Bu tarikat-ı aliye çok değerlidir, çok hassastır. Bu tarikatı aliye bembeyazdır, en ufak bir leke olursa hemen gösterir, leke değmemesi için çok dikkatli olmak lazım. Bu ebedi olarak insanın hayatını kurtarır. İnsan bütün kuvvetiyle 50-60 senelik dünya hayatı için çalışıyor. Ama belli olmuyor, belki bir gün, belki bir dakika sonra ölebilir. Kendim için çalışıyorum sanıyor, halbuki millet için (başkası için) çalışıyor. Öldükten sonra her şeyi bırakıyor, malı başkalarına kalıyor.

Dünya böyle, ama ahiret böyle değil. Yüz bin değil beş yüz bin, trilyon sene değil, ebedi olarak devam edecek olan ahiret hayatımız için çok çalışmamız lazım. Allah için çalışmak, ebedi hayat için çalışmak, aslında insanın kendisi için çalışmasıdır. Peygamber (A.S.) bir hadisi şeriflerinde “Dünya ve içindekiler melundur, Allah lanet etmiştir. Allah rızası için yapılan işler bunun dışındadır.” Bunun için, niyet çok mühimdir. Niyet sağlam olursa, hem dünyayı kazandırır, hem ahireti kazandırır.

Gavs (K.S.A.) bu hadise binaen sabah kalktığında elbiseyi giyerken, abdest alırken işe gitmeden önce; “Ya Rabbi sizin için çalışıyoruz, siz Rezzak-ı mutlaksınız, çalışmasak da rızkımızı verirsin. Sen çalışmayı vacip kılmışsın. Ailem için, çoluk çocuğum için çalışmayı vacip kılmışsın. Bu vacip görevimi yerine getirmek için çalışıyorum.” böyle niyet etse, akşama kadar camide ibadet etmiş, vaktini secdede geçirmiş gibi sevap alır.

İslam güzel ahlaktır. İbadet, yalnız namaz değildir. Namaz kılmak çok mühim, her Müslüman'ın yerine getirmesi gerekmektedir. Yoksa Allah Teâlâ azap eder. Güzel huylu olmak, yalan konuşmamak, sağlam çalışmak, bunlar amel-i salihtir.

Biz sizden razıyız, Allah’ta sizden razı olsun. Allah yardımcınız olsun. Allah bizleri ve sizleri sadatlardan ayırmasın.
(Bizim misafirimiz var, bize müsaade ederseniz)

Helâl Kazanmak, Hizmet, Gâyret

Gavs-i Sâni Hz. buyurdu:

"Yemin ederek, bizim evimize haram girmemiştir" dedi ve Seyda Hz.nin de, bizim evimize haram girmemiştir dediğini naklederek devam etti: Biz de diyoruz ki; "Bizim evimize haram girmemiştir. Sizler de bizim işimizde çalışıyorsunuz, dikkat edin. Bu mala haram karıştırmayın. Dikkat etmezseniz siz vebâldesiniz. Helal kazanmak başlı başına bir ibadettir."

Biz bu dergiyi (Semerkand yayınlarını) Din-i İslam için, insanların eğitimi için, hem de tekkenin ihtiyaçlarını karşılamak için çıkarıyoruz. Sofiler geliyor; çorba lazım, ekmek lazım, yatak lazım, bunlar için para lazım. Parasız olmuyor, dünya için de çalışmak gerek, hizmetin devamı için de paraya ihtiyaç vardır, bu şekilde dünya için çalışmak amel-i salihtir. Yoksa bize para lâzım değil. Biz malımızı, canımızı, devletimizi (malımızı-mülkümüzü), elbisemizi sofilerin ayaklarının altına atmışız. Bu Tarikat-ı Aliyyenin gayesi hizmettir.

Peygamber (A.S.)’ın yolunda çalışıyoruz, siz bizim dergimiz için çalışıyorsunuz. Biz sizden memnunuz. Gavs (i Kasrevi) (K.S.A.) buyuruyor, onun zamanında bir hırsız varmış, çevre köylerden bal çalarmış, "sen bu balı nerden alıyorsun" demesinler diye içinde arı olan bir kovan da çalıp getirmiş. Arılara demiş ki siz vız vız yapın ben balı bulup getiririm. Siz de vız vız yapın, sadatlar size himmet eder, sadatlarda himmet çoktur. Siz ne kadar gayret ederseniz o kadar himmet gelir.

Sâdat-ı Kirâm

Gavs-i Sâni Hz. buyurdu:

Bu sadatlar Allah’ın dostudur, bu sadatların nazarı dağları yerinden kaldırır. Sizin bir dostunuz olsa ondan bir şey isteseniz yapmaz mı? Onlar ne isterse Allah verir. İsteklerini geri çevirmez. Biz bu hizmetlerde ortağız. Bu ortaklıkta ticaret ölünce bitmez. Yüz sene, beş yüz sene de değil, kıyamete kadardır. Amel defteri kıyamete kadar kapanmaz. Çünkü bu tarikat kıyamete kadar devam edecektir. Onun hayrı hem size, hem bize, hem de sadatlaradır.

Zikir

Gavs-i Sâni Hz. buyurdu:

"Zikir çekmeyen sofi âvamdır. Nakşi listesine sadece zikir çeken sofiler yazılır. Nefis nefy-i isbat ile Müslüman olur. Sofiler bize dünya şikâyeti ediyorlar. Ama bir sofi gelip zikir ile ilgili soru sormuyor. Dünya dertleri hep gafletten geliyor. Zikri sürekli çekin, günahlara meyletmeyin. Yoksa zikir uzar gider."

Gavs Hz.lerine bir sofi gelip "Zikrimi çekemiyorum" deyince, mübarek celâlleniyor. Mübarek; yok hastayım, yok yapamıyorum gibi dertlerin zikre mani olmadığını ve her türlüsünün gafletten meydana geldiğini, illa ki  zikri çekmek gerektiğini buyuruyor.

Ve yine zikir çekmeyen, rabıta yapmayan kişiyi tanımadıklarını buyurmuştur.

Gavs-i Sâni Hz.lerinin mürşidi Muhammed Raşid Hz. buyurdu:

İyi kulak veriniz!
Her cesedde bir kalb vardır, o kalbde bir gönül vardır.
O gönülde bir sır vardır, O sırda bir hafi vardır.
O hafide bir ahfa vardır, işte Ben bu ahfadayım. (Hadis-i Kudsi)

Letâifler insan vücudunda yer alırlar.
Alemi emirdendirler.
Bunlar görülmezler, hissedilmezler.
Yerleri Allah(c.c)'ın arşının üstündedir.
İnsan, nefsinin arzularına uyunca letaifler hakiki vazifelerini unuturlar.
Letaifler ancak Lafza-ı Celal (Allah, Allah, ...) çekildikten sonra hakiki görevlerine dönebilirler.

Edeb

Gavs-i Sâni Hz. buyurdu:

Bu kapıda biz en yakınlarımıza, evlatlarımıza ve kardeşlerimize bile; bize gelin tabi olun, demedik. Herkes serbesttir. Ben hiçbir kimseye dememişim ki benim yanıma gelin. Amma bu kapı öyle bir kapıdır ki; bir sofra düşünün, amma her şey mevcuddur bu sofrada. Hani derler ya, bir kuş sütü eksik. Vallahi bu sofrada o kuş sütü de var amma, hakiki sadık ve hakiki talip olana nasip olur.

Sadakat ve teslimiyyet, Allah namına hakiki olmazsa; insanı kırkların içine girmekten de, cepteki mücevherattan da, o sofradaki kuş sütünü içmekten de mahrum eder. Şah-ı Hazne (K.S.) mektubâtında buyurmuşlar ki; "Emre imtisal, edebten üstündür" Yani mürşidin muradını yerine getirmek, edebten üstündür.]

Başka bir şeyhi ziyaret ve ona tabi olma

[1996 senesinde, köyde, hane-i saadetin avlusunda bazı kardeşlerimiz, Gavs-ı Sâni Hz.lerine (K.S.), başka bir şeyhi ziyaret ve ona tâbi olmaya müsaade hususunda sual sordular. Öğrenmek kastiyle sordukları bu sual karşılığında]

Gavs-i Sâni Hz. buyurdu:

"Seyyid Taha-i Hakkari Hz.leri (K.S.), Şeyh Mevlana Halid-i Bağdadi Hz.nin (K.S.) halifesi idi. Seyyid Taha-i Hakkari Hz.lerinin (K.S.)  de iki halifesi var idi. Bunlar, Seyyid Abdullah (K.S.) ve Seyyid Sıbgatullah-il Arvasi Hz.leri (K.S.) idi. Onlar o zaman Seyyid Taha'nın (K.S.) yanında âmel yapıyorlardı. Bir zaman sonra Bağdat'tan Mevlana Halid-i Bağdadi Hz.leri (K.S.) Hakkari'ye, halifesi Seyyid Taha'nın (K.S.) yanına geldi.

Bir sabah namazından sonra sofilere teveccüh yapmak istedi. Bütün alimler bütün sofiler bundan çok memnun kaldılar. Hepsi teveccüh için hazırlandılar.

Seyyid Taha Hz.leri (K.S.); ileride halifeleri olacak ve o anda dergâhta amel yapan, Seyyid Sıbgatullah-il Arvasi (K.S.) ve Seyyid Abdullahdan (K.S.) abdest tazeleyip teveccühe girmelerini istedi. O ikisi şeyhlerine dedi ki:

"Efendim Mevlâna Halid (K.S.) sizin şeyhinizdir. Siz ise bizim şeyhimizsiniz. Biz teveccühe girmiyoruz. Mevlana Halid Hz. (K.S.), ne kadar büyük olsa da biz size teslim olmuşuz. Biz başka bir şeyhin teveccühüne girmeyiz."

Bu söz üzerine Seyyid Taha (K.S.) çok memnun oldu ve dedi ki; "Hakiki sofi sizin gibi olmalı."

Ve Gavs-ı Sâni (K.S.) Hz.leri devam etti;

"Vallahi sofiler, biz gidin-gitmeyin demiyoruz. Sadatları gördünüz. Siz bilirsiniz. Herkes serbesttir."

Evliyâ ile irtibat:

Gavs-ı Sâni Hz. buyurdu:

"Bazan dünyanın işleri o kadar ağırlaşır ki, insan altından kalkamaz. Bunun için insan, Allah'ın dostlarıyla irtibat kurmalı, devamlı onlara yönelmelidir. Gönüldeki imanın feryadını yükseltmeli ki, evliyaların ve dolayısıyla peygamberlerin ondan haberi olsun".

Sünneti Seniyyeye uymak

Gavs-i Sâni Hz. buyurdu:

"Ben bu göreve gelince, bir rüya gördüm. Rüyamda, başımın üzerinde bir taht yapılıyordu. Tahtı yapanlara, Bunu kim için yapıyorsunuz? diye sordum.

"Hz. Resulullah (S.A.V.) için yapıyoruz, o gelip oturacak dediler."

Ben: "Ne kadar oturacak?" diye sordum.

Bana: "Bu kapıda sünnet-i seniyyeye uyulduğu sürece." denildi.

Biz de bütün gücümüzle sünnet-i seniyyeye uyarak Resulullah Efendimiz'in (s.a.v) devamlı başımızın üstünde oturmasına çalışacağız inşallah.

Buyurdu;

Hızlı giden takla atar...
Yavaş giden geri kalır...
İtidal olmalıdır...

Amelde sabır ve ısrar

[Hatme-i hâceyi yaptırdı, sonra gözlerini kapatıp biraz bekledikten sonra]

Gavs-i Sâni Hz. buyurdu:

Sofiler size bir şey anlatacağım;

Bu yol tertemizdir, bembeyazdır leke kabul etmez. Biz Şafii mezhebine göre amel ediyoruz. Bizim Şafii mezhebinin en büyük âlimi İbn-i Hacer'dir. O kadar büyük âlimdir ki, o kadar büyüktür...

O ilim öğrenirken çok çalışıyordu, çok gayret ediyordu, amma anlamıyordu. Madem ki öğrenemiyorum, o zaman yaşlı anneme ve babama hizmet edeyim onlara bakayım diye niyetlenip, bu niyetini Seyda'ya söylemek için yanına çıktı.

Seyda'ya:

“Gurban ben çok çalışıyorum, çok gayret ediyorum amma bir türlü anlayamıyorum. İzin verirseniz bari gidip memleketteki yaşlı ve hasta olan anne ve babama hizmet edeyim.” dedi.

Seyda'da Ona;

“Doğru sen çok çalıştın, çok gayret ettin. Biz de senin için gayret ettik çalıştık amma olmadı. Madem ki öyle, gidebilirsin.” dedi ve ona izin verdi.

İbn-i Hacer yola çıktı. Bir süre yürüdükten sonra yoruldu. Dinlenmek için yakında kayalık, gölgelik bir yere oturdu. Dinlenirken yukarıya baktı. Yukarıdan damlayan su damlalarının sert bir taş üstüne damlayarak o taşı deldiğini gördü. O büyük, acayip sert bir taştı. Bu su damlaları böyle sert bir taşı deldiğine göre ben de anlayabilirim, diye düşündü ve tekrar Seyda'sının yanına dönüp başından geçenleri anlattı. Devam ederek Şafii mezhebinin en büyük alimlerinden birisi oldu. Onun fetvası üzerine fetva veren de yoktur.

Bu su damlaları yumuşak ve kuvvetsizdir amma devamlıdır. Çok çalışmak ve çok gayret etmek lazım. Takvayla amel etmek sadık olmak lazım.

Kulluk, niyet, sadakat

Gavs-i Sâni Hz. buyurdu:

Eskiden insanlar az amel ederek Allah'a (C.C.) ulaşıyorlardı. Şimdi çok çalışmak, gayret etmek, devam etmek, sadık olmak lazım.

Resulullah (A.S.V.): “Dünya ve içindekiler melundur, lanetlenmiştir” dedi. Allah (C.C.) için niyetlenenler ve Allah (C.C.) için çalışanlar hariçtir.

Mürşid şart mıdır?

[Bir kaç hukuk adamı Menzil’e gelmiş ve Gavs-ı Sâni (K.S.) Hz'ne: Tevbe etmek şart mıdır, sizin elinizi tutmak şart mıdır? Onsuz olmaz mı ? diye sordular.]

Gavs-i Sâni Hz. buyurdu:

Şart değildir, amma siz hukuk adamısınız bilirsiniz, bir insan mahkemeye düşse, bir dâvası olsa o insanın tek başına mı dâvasını görmesi güzeldir yoksa bir avukat tutup avukat marifetiyle kendini savunması mı daha güzeldir?
Adamlar demiş: Avukatı olsa daha rahat işini görür. avukat onu daha güzel müdafaa eder.

Gavs: "Aynen ahiret işi de böyledir. Kim o Sadatların elini tutarsa, sekiz şartı yaparsa, İlahi noterde bunlara vekalet vermiş oluyor. Son nefeste, ölürken imanla ölme vekaletnâmesi, şeytana karşı yardım vekaletnâmesi, kabirde sual melekleri gelince yardım vekaletnâmesi, mahşerde hesap verirken şefaat vekaletnâmesi, sırattan geçerken yardım vekaletnâmesi. O vekaletnâmeyle o zât gelir, şeytan kaçar. Melekler: 'Neden geldin?' dediğinde de Allah (C.C.): 'Onun vekâleti var, Ben kabul ettim. Ona karışmayın' buyurur. O şekilde gerek son nefeste, gerek kabirde, gerek mahşerde, gerek sıratta o vekaletnâmeyle gelir ümmet-i Muhammed'e yardım ederler. Şart değil amma bu kadar da faydası var. Ne dersiniz?" buyurdu.
O hukukçularda nasipli insanlarmış. 'Vekâletnameyi bizde verelim' diyerek teslim olmuşlar.

Kim bun zatların izinden giderse, Allah’ın izniyle Peygamberimizin ve ashabının izinden gitmiş olmaktadır…

Sofinin eşeği

Gavs-i Sâni Hz. buyurdu:

Gavs-ı Kasrevi (K.S.) hazretlerinin zamanında bir sofi eşeği ile bir yere giderken eşek çamura batmaya başlıyor. Git gide batıyor hayvan. Sofi hemen; “Himmet Yâ Gavs (K.S.)” diyor, bakıyor bir şey yok. Ardından “Himmet Yâ Gavs-ı Geylâni (K.S.)” diyor, duruyor duruyor bir şey olmuyor. Sofi kızıyor...

Aradan zaman geçiyor. Gavs (K.S.) hazretleri tabi bi-iznillah müridin durumundan haberdar.

Gavs-ı Kasrevi (K.S.) anlatıyor: “Geçenlerde sofinin birinin eşeği çamura batıyordu, bizden himmet istedi, bizde oraya gittik. Sonra Gavs-ı Geylâni (K.S.) hazretlerinden himmet istedi, Gavsı Geylâni (K.S.) hazretleri de geldi. Ben ona edep tuttum, o bize edep tuttu. Derken, sofinin eşeği de çamura battı.”

Kıyamete kadar bizde

Gavs-i Sâni Hz. buyurdu:

"Bu manevi malı aldık, inşallah kıyamete kadar bu ocakta bu irşad devam edecek, onu kıyamete kadar bırakmayacağız"

Nakşibendi Tarikâtı'nın gâyesi Allah'tır

Gavs-i Sâni Hz. buyurdu:

Size bir kaç şey söyleyeceğim:

'Bu Nakşibendi tarikatının gayesi, Allah-u Teâlâ'nın rızasıdır... Bu tarik-i âlanın gâyesi, emr-i bil mâruf nehy-i anil münkerdir. Allah-u Teâlâ'nın emrini yerine getirmek, Allah-u Teâlâ'nın yasak ettiği hareketlerden uzak kalmaktır. Tüm gaye budur. Gaye, bunu insanın kalbine nakşetmektir. Bu da ibadettir. Allahu Teâlâ Kur'an-ı Kerim'de böyle buyurmuş : 'Ey ademoğulları, şeytana tabi olmayın. O sizin düşmanınız, zahiren (apaçık) düşmanınızdır. Bize ibadet edin.' Bu ibadet, Tarik-i müstakimdir. Tüm gaye budur. Gaye, Allahu Teâlânın emrini yerine getirmek, yasak ettiklerinden uzak kalmaktır. Tüm gaye budur. İnsan bunu yaparsa, âmel-i salih olur. Amel-i salih ise Allahu Teâlâ'nın rızasıdır. İşte bu Tarikat-ı Âla bunun üzerinde durmaktadır. Bu tarikat-ı alanın gayesi Allah-u Teâlâ'nın rızasını almaktır. Ve Allahu Teâlâ'nın emrini yerine getirmektir. Bunun için de insanın, üzerinde çalışması lazım.

Niyet çok önemli, niyet mutlaka düzeltilmeli

Gavs-i Sâni Hz. buyurdu:

Niyet koymak lazım. Sonra bütün ameller de niyetle olur. Niyet olmazsa o amel olmaz. İnsan abdest alırken niyet olması şarttır. İbadet yaparken niyet olması şarttır. Bütün amellerde (bu niyet) kalben olmalıdır. Gavsımız kaddesallahu esrarehüm aliyye (Gavs-i Kasrevi) bu niyet üzerinde bir sohbet yapmıştı:'İnsan sabahleyin kalkarken, elbisesini giyerken, bir iki dakika kalbinden niyet etmesi şarttır. Yarabbi, ben sizin (rızan) için gidip çalışacağım. Sonra insanın mesleği neyse gidip çalışması lazımdır, dünya işi de şarttır. Allahu Teâlâ şart koymuş ama hayır yollarına (işlerine) gitmeyi, şerre gitmeyi değil. Sonra şer olursa insan mahvolur, zarar görür, felaket olur ve işte hayr olması için niyet lazımdır. Yarabbi ben sizin için gidip çalışacağım. Bizim gayemiz  rızanı almaktır. Bu çalışmaktan gaye kendi rızkım için değildir. Rezzak-ı mutlak sensin. Çalışsam da çalışmasam da bana vaad etmişsin, ben rızkını vereceğim diye söylemişsin. Aile efradımızın geçimini üzerimize vacib etmişsin Yarabbi. Bu ailemin ihtiyacını görmek için gidip çalışıyorum Yarabbi. Bir de sevaplarımı arttırmak için gelen sevaplar için, bu sevaplar için çalışıyorum Yarabbi. Kalbinden böyle bir niyet ederse, sanki o insan camiye gidip, ta akşam oluncaya kadar Allahu Teâlâ'ya ibadet yapmış olur. Bu da doğrudan ibadettir dünya değildir. Eğer dünya olursa Allahu Teâlâ lanet getirir ona. Hadisi şerifte Peygamber aleyissalatu vesselam buyurmuş : 'Ed dünya vema fiha melune illa zekerallahu' Dünya ve dünya içerisindekilerin tümü melundur. Allahu Teâlâ lanet getirmiş. İnsan Allah rızası için niyet ederse bu hariçtir. İşte bu niyet bunun içindir.

Dünyanın melanetinin altına girme sakın. Kalbinden niyetini daima sağlam sürdürmek, daima kontrol etmek, daima Allah rızası için yapmak olsun ki ibadet olsun. Çalışmasının menfaat almak için bu lazımdır. Onun için niyetini kontrol etmek şarttır. Allahu Teâlâ şart koşmuş. Bunun için bizde daima kontrol altına alalım kalbimizi. Şeytana bırakmayalım, nefse bırakmayalım. Sonra onlar düşmandır. Düşman düşmanına acımaz. Düşmandan düşmanına hayır gelmez. Daima kötülük ister. Sonra Allahu Teâlâ Kur'an-ı Kerimde: 'İnne nefse le emmaretün bissui' diyor. Nefsi emmare insandan daima kötülük ister. Hayr istemez. Sonra düşmandır o da... İnsan bir dönerse Allahu Teâlâya, Allahu Teâlâ onun kademine gelir. Bir insan Allahu Teâlâya bir kademe (adım) gelirse, Allahu Teâlâ ona on kademe gelir. Sonra dünya çok pistir. İnsana çok zarar verir. Hatta Hazreti Aleyhissalatu Vesselam buyurmuş; "... dünyanın mihneti günahların anasıdır." Bütün günahlar ondan kaynaklanıyor, dünyadan kendini muhafaza etmek şarttır.

Dikkatli olacaksınız. Allah rızası niyetiyle gidip çalışmak lazım. Sonra çalışmakla çok büyük menfaat olur. Özellikle bu zamanda. Özellikle bu asırda gece gündüz çalışmak lazımdır. Çünkü bizim çalışmaktan gayemiz, Peygamber Aleyhissalatu Vesselamın keyfini yerine getirmektir. Sonra Peygamber Aleyhissalatu Vesselam kendi ümmetini çok severdi. Başka peygamberler gibi değildi. Kıyamet günü Allahu Teâlâ cehennemin gemlerini bırakıp bütün insanların üzerine salar. Gelince peygamberler Arş-ı Ala'ya, Arş'ın kendine sarılıp; "Yarabbi beni kurtar, Yarabbi beni kurtar" diye bağırırlar. Sadece Peygamberimiz Muhammed Aleyhissalatu Vesselam kalkıp; "Yarabbi ümmetimi kurtar" diyor. Kendi nefsini istemiyor, kendi ümmetini istiyor. Biz de onun için çalışmalıyız. Sonra çok sever. Başka ümmetler gibi değil. Bunun için onun keyfini getirelim.

Peygamber Aleyhissalatu Vesselam Allahu Teâlâya dua etti : Yarabbi benim ümmetimin ömrünü en kısa vermişsin. Sonra kıyamet yaklaşıyor. Ne kadar kötülük varsa kıyametin yaklaşmasından oluyor. Hem dünya çok kötü olmuş, hem de zaman çok kısadır, kısa zamanda vefat edip gidiyorlar sevapları da az oluyor. Kıyamet günü Peygamberlerin bazısının ümmetinden benim ümmetimin sevabı azdır diye utanıyorum Yarabbi. Yarabbi istiyorum ki ümmetimizinki de biraz fazla olsun. Hem onların zamanı kısa hem de en kötü zamanda yaşıyorlar. Bu yüzden sevapları da az oluyor, ben utanıyorum, diye dua etmiş. Onun için Allahu Teâlâ Peygamber Aleyhissalatu Vesselam için en az bire on vermiş. Öteki Peygamberlerde bir günah bir günah idi. Bir hayır bir hayır idi. Bir hayır yaparsa bir hayır yazıyordu Allahu Teâlâ. Efendimize de bir günah bir günah idi ama Peygamber Aleyhissalatu Vesselamın hayrını fazlalaştırmak için Allahu Teâlâ ona mükafat vermiş. Bir sevap en az on sevap yazdırır. Bazı sevaplar vardır bin sevap yazdırır, bin beş yüz sevap yazdırır, bir trilyon sevaplar da vardır. Bu sevaplar çoktur. Onu da Allahu Teâlâ büyük nimet olarak Peygamber Aleyhissalatu Vesselama vermiş.

Onun için mesela insan Mekke'de bir sevap yaparsa mesela bir Lafzai Celal söylerse Allahu Teâlâ ona yüz bin sevap yazdırıyor, yani verilen bire yüz bindir... Medine 'de bire bindir, o kadar sevap oluyor. Mekke'de bir kelime Lafzai Celal söylerse sanki yüz bin kelime söylemiştir. Allahu Teâlâ yazdırıyor. Normal herkes kendi memleketinde bir söylerse on yazdırıyor. Kalp Allahu Teâlâya mahsustur. Allahu Teâlâ insanın kalbine bakar. Bu kalbde haram düşünceler olursa kötü düşünceler kalbine girerse Allahu Teâlâ yazdırmaz. Sevap olursa yazdırır. Hayır olursa yazdırır, ama günah olursa yazdırmaz. Sonra kalp (amellerini) Allahu Teâlâ azamet eliyle yazdırıyor, kendi eliyle yazdırıyor. Bunun için Allahu Teâlâ haram niyeti de yazdırmaz. Hayır niyeti yazdırır. Mesela insan niyet ederse Yarabbi ben sizin için bu şeyi yapacağım, cami yapacağım, Mekke'ye gideceğim, yahut hacca gideceğim. Böyle bir sevaba niyet ederse ve yaparsa on yazdırır, yapılmazsa bir yazdırır. Ama bir insan günaha niyet ederse, ben filan adamı haşa öldüreceğim ve harekette de bulunsa ama vuruşma olmazsa melekler yazmaz. Niyet ediyor ben filan adamı öldüreceğim, filan adama zulm yapacağım, filan adamı şöyle yapacağım ve hareket de etse fakat yapmasa. Allahu Teâlâ yazdırmaz. Yaparsa yazdırır, yapmazsa yazdırmaz. Ama niyeti sevap olursa hemen niyet eder etmez yazdırır. Yaparsa on yazdırır yapmazsa bir yazdırır. Daima insanın kalbinde niyet olması şarttır. Yaparsa Allahu Teâlâ sevabını verir, yapmaza Allahu Teâlâ onu mahrum etmez.

Gavs (K.S.A.): Her sene hac niyeti yapıyoruz. Daima niyetimiz; kalbimizde bu sene vakti gelince ben hacca gideceğim. Eğer Allahu Teâlâ bize nasib ederse (onu zaten sevap olarak) Allah-u Teâlâ yazdırır. Nasib de olmazsa gene hac sevabı alınır. Daima böyle niyetle insan bir şeyler yazdırır.

Geldiğinize çok memnun kaldık. Allah razı olsun. Yalnız sizden ricamız şudur: Daima Allah rızası için çalışalım. Allah rızası için yola gidelim. Allah rızası için kalpten niyet edelim. Ki Allahu Teâlâ bu iyi şeyleri bize nasib etsin. Yani Türkiye'nin her yerinden geldiniz. Allahu Teâlâ her kadem (adım için) size on sevap yazdırır. Sonra bu niyet Allah rızası için olmalıdır. İnşallah başka şeyler olmasın. Bunları silip atmak lazım. Yani Allahu Teâlânın rızası için olmayanları kaldırıp atalım hayır olsun. Yalnız çalışmanızı istiyoruz ki Peygamber Aleyhisselatu vesselamın keyfi gelsin. Ak yüzle Peygamber (s.a.v)'in huzuruna gidelim. Ak yüzle onun keyfini getirelim (sevindirelim, hoşnut edelim). Allahu Teâlâ Peygamber (s.a.v) için çok şeyler vermiş. Sonra, büyük Peygamberlerden biridir... Sonra Allah-u Teâlâ O'na çok büyük bir makam vermiş. Allahu Teâlâ insanlardan, peygamberlerden hiç birine onun gibi  makam vermemiş. En büyük peygamberdir. Onun için ümmeti de böyle sadık olsun. Sonra bu Tarik-i Nakşibendi çok büyük bir atılımdır. Müstakimdir. Sonra en sadık (olan) Eba Bekir-i Sıddık'ın (r.a) yoludur. O sıdkıyla gidiyor. O'nun sıdkıyla sadık olmak şarttır. Sadık olalım ki biz de menfaat görelim.

Allahu Teâlâ bu Tarikat-i Müstakimden bizleri nasiblendirsin. Bu Tarikat-i Müstakim devam etsin ta kıyamete kadar. Bizi Aleyhisselatu Vesselamın şefaatinden ayırmasın. Bu Saadat-ı Nakşibendiye'nin gölgesinden ayırmasın Peygamber Aleyhisselatu vesselamın yolundan ayırmasın. Saadatı Nakşibendi'nin yolundan Tarikat-i Müstakimden ayırmasın. Allah yardımcınız olsun. İnşallah bizler de sizler de Peygamber (s.a.v) yolundan gidelim. Hep gaye odur. Onun için çalışalım. Hep onun için ileri götürelim. Zira biz çok büyük bir zarardayız. Kıyamet gününün en dehşetli, en zahmetli, en tehlikeli zamanındayız. Bu tehlikeli zamanda çalışmak şarttır. Gece gündüz çalışacağız. Allahu Teâlâ çalışanı  çok seviyor. Saadatlar da seviyor. Onun için dünya (için) değil de ahiret için çalışacağız. Allahu Teâlâ'nın keyfine gitmek (hoşnutluğunu kazanmak) için, nazarıyla beraber olmak için.

Allahu Teâlâ bu yolu, bu tarikatı insanımıza nasib etsin. Yetmiş milyona nasib etsin. Allah yardımcınız olsun. Allah muhafaza etsin. İnşallah kıyamet günü birlik beraberlik içinde oluruz. Allah yardımcınız olsun...."

Nefs ve Şeytan ile cihad, zikir

Gavs-i Sâni Hz. buyurdu:

Bu Tarikat-ı Nakşibendiye'nin gayesi cihattır… En büyük cihad nefs ve şeytan ile… İlk önce insanın kendi nefsine dikkat etmesi gerekir. Şeytan kurt gibidir en ufak bir sesten korkar kaçar. Şeytan Allah zikredilince orada duramaz siner kaçar, ama nefis öyle değildir.

İşlenen günahlar, insanın kalbini zayıflatır, onun düşmanı olan nefsi ve şeytanı kuvvetlendirir. Bu nedenle, insanın içinde kalp, nefis ve şeytan devamlı mücadele hâlindedir. Zikre devam ediniz, virde önem veriniz. Çünkü kalbin tek ilacı zikirdir. Kur’an okumak, salâvat çekmek, hizmet etmek sevaptır; fakat bunlar kalbe ilaç olmaz, nefsin çirkin sıfatlarını değiştirmez. Nefsi ancak zikir terbiye eder.?

Vakıf, hizmet

Gavs-i Sâni Hz. vakıf görevlileriyle yaptıkları bir toplantıda sordular:

– Sofiler vakıf nedir?

Sofilerden farklı farklı cevaplar geldi.

Kimisi; “vakıf Allah rızası için kurulmuş yerlerdir” dedi.

Kimisi; ” Allah’ın kullarına yardım amaçlı kurulmuş yerlerdir” dedi.

Kimisi; ” İhtiyaç sahiplerine yardım amaçlı kurulmuş yerlerdir” dedi..

Velhasıl değişik cevaplar verildi.

Gavs-ı Sâni Hz. hepsini sabırla dinlediler, ama hiçbiri Sâdâtın istediği cevabı veremedi. En sonunda sordukları soruyu kendileri cevapladılar. Mübarek ellerini göğüslerinin üzerine koyarak buyurdular:

– “Sofileer..vakıf biziz. Biz kendimizi, mallarımızı, canlarımızı, hayatlarımızı bütün Ümmet-i Muhammed‘e vakfetmişiz. Sizi de buna davet ediyoruz... Kime vakıf görevi verilmişse o kişi bilsin ki; onun ameli doğrudan Rasulullah (s.a.v.) Efendimiz’in ameline ortaktır.”

– “Yalnız çalışmanızı istiyoruz ki Hz. Peygamberin (sav) keyfi gelsin (sevinsin, hoşnut olsun).”

– Sofiler siz arı gibi vızıldayın, biz balı göndeririz.”

– “Küfür deniz gibi olmuş çok fazlalaşmış. Siz de çok çalışacaksınız, çok gayret edeceksiniz.”

– “Çalışırken de niyetlerinize dikkat edeceksiniz. Sırf Allah (c.c) rızası için olacak. Allah (c.c) rızası olmazsa olmaz, mümkün değil. Siz de Allah (c.c) rızası için Efendimizin (s.a.v) ümmeti için, Tarik-i Nakşi için çok çalışacaksınız. Efendimiz (s.a.v): 'Ameller niyetler iledir' buyurmuştur.”

– “Çalışmalarımızı yaparken sadece 'kıyl-u kâl ile' (söylemekle) olmaz. Söylediklerinizi yaşayacaksınız. Şeriata çok dikkat edeceksiniz, edebe, adaba aykırı hareket etmeyeceksiniz. Kimi hocalar camide iki saat sohbet ediyor, bir tesiri olmuyor. Çünkü söylediklerini yaşamıyorlar. Şah-ı Hazne’nin (k.s) bir oğlu vardı. Çok alimdi. Bir gün dedi ki 'Baba bu sefer de bana izin ver de ben cemaate sohbet edeyim.' O da 'Tamam yavrum' dedi. Bir iki saat sohbet etti, sonra Şah-ı Hazne (k.s) 'kamet getirin' dedi. Herkes cezbelendi, kendinden geçti.”

– “Bu hizmetlerde sadatlara ortak oluyorsunuz. Hem de bir dükkana ortak olmak gibi değil, fabrikaya ortak olmak gibidir. Siz bir insana sohbet ederseniz, o insan namaza başlarsa, tövbe alırsa, onun yaptığı bütün ibadetler sizin hanenize de yazılır. Kıldığı namaz, çektiği virdler hepsi size ve Peygamber (s.a.v) efendimize ve bütün sadatlara yazılır.”

– “Çalışmak lazım, sadatın yolundan ayrılmamak lazım, gayret göstermek lazım. Onların yolundan ayrılmamak lazım. Evlattır, daima ters giderse baba ona bir defa bakar, iki defa affeder, üç defa affeder, hata hata, olmaz.”

– “İnsan, hatasız olmaz. Hatasız,meleklerdir. Hatasız, peygamberlerdir. Şeytan, nasıl hata yapmış? Hata değil, Allah (cc) istedi. Allahu Teâlâ'nın (cc) cennetten kovmasına sebep olmuş. Hatalar, bilmeden, unutarak olursa sadatlar ona bakmaz. Nefisle, kibirle yapılırsa olmaz…”

– “Tövbe aldıktan sonra tövbenizi bozmayın. Bir insan üç gün kumarbaz ile gezse kumarbaz, sarhoş ile gezse sarhoş olur. Aynı şekilde bir insan üç gün evliya ile gezerse evliya olur. Kendinize dikkat edin, biz de size dua edeceğiz.”

Zikir

Gavs-i Sâni Hz. buyurdu:

Sofinin Nakşibendi olması için en az beş bin vird çekmesi lazım. Ancak vird çektikten sonra Nakşibendi olur. Nasıl ki, bir işçi o gün işe geldiğini bildirmek için karta basıyor yevmiyesi yazılıyorsa aynı şekilde sofi virdini çektiği zaman karta basmış gibi olur.

Sofi kendisi hatmeye girdi ama virdini çekmediyse yalnızca kendi hatmesinin sevabını alıyor., diğer hatmelerden sevap alamıyor. Eğer virdini çekmişse dünyanın neresinde hatme yapılıyorsa onların hepsinden sevabını alır.

Kalp bir çocuk gibidir, kalbe ne öğretirsen o da onu söyler. Yeni dillenen çocuğa nasıl mama, baba demeyi öğretiyorsan, kalbe de “Allah Allah” demeyi öğretmen gerekir. Onun ağzının olduğunu düşüneceksin ve Allah dediğini düşüneceksin, Allah demeye zorlayacaksın. Çok değil üç ay, beş ay sonra kalbin Allah demeye başlayacaktır. Gayret etmek lazım.

Kalp iki kısımdır: Kalb-i hayvani ve kalb-i insani. Kalb-i hayvani bir et parçasıdır, bu hayvanlarda da bulunur. Kalb-i insani ise, o et parçasının içinde bir nurdur. Günahlardan dolayı o nur, Arş-ı A’la’da dokuz bin yıllık mesafedeki bir ağaca yapışır. Ancak kalp zikrullahla temizlendikten sonra yerine döner.

Vird esnasında Allah’tan başka bir şey düşünmek gaflettir. Mürşid, Allah’ın yarattığı (dağ, deniz v.s) hiçbir varlık ve hiçbir şahıs düşünülemez. Sadece Allah Celle Celaluhu düşünülür.

Virdlerinizi sağlam çekin, ara vermeyin. Bir çekip bir çekmemek kalbi tahriş eder. Nasıl ki doktorun verdiği ilacı bir alıp bir almazsanız faydası olmaz bu da öyledir.

Her fırsatta kalbinizi zorlayın. Yatarken, otururken, kahvaltıyı beklerken, dilinizi damağınıza yapıştırın, (ders olarak çektiğiniz virdin haricinde) sayı tutmadan ve dilinizi oynatmadan “Allah” deyin.

Kalbinize Allah dedirtmeye çalışın. Bir müddet sonra kalp zikre geçer. Fakat biz zikrin çokluğunda değiliz. Biz zikrin huşu ve hudu'sundayız. Zikir huşu ve huduyla çekilmez, gafletle çekilirse nefse bir şey olmaz.

Vird, zikir kalbin kirini pasını temizler. İnsan günah işlemeye başlayınca kalp yara alır. Bu durum odanın içinde yanan bir sobaya benzer. Soba devamlı yana yana boruların içi kurum bağlar, temizlenmezse zamanla boruları tıkar, dumanı geri teper, odanın içindekileri zehirler ve öldürür. Aynen bunun gibi, zikir de kalbin isini (kurumunu) temizler.

Gafletle vird çekmeyin, önce gafletten uyanın. Gafletle değil yirmi sene, yüz sene bile çekseniz hiçbir şey olmaz, fayda bulamazsınız. Tat da alamazsınız. Fakat hakiki vird çeken bir kimse öyle bir lezzet alır ki, virdinin bittiğine üzülür.

Hakiki, gerçek rabıta ve zikir zulmeti atar, sofi başka türlü zulmeti atamaz. Gafletsiz zikir çekmek için evvela günlük yaşantınıza dikkat edin. Yediğiniz içtiğiniz şeyler, konuştuğunuz kişiler, namazınız, abdestiniz,  alış verişiniz dürüst olması lazımdır.

Virdi zor çekmenin veya çekememenin sebepleri şunlardır:
Haram nazar, günahlar, haram yiyecek, zulmetli gıda, gıybet, televizyon, kötü arkadaş, dünyaya meyil, ehl-i dünya ile ünsiyet, ailevi huzursuzluk, gafil birinin bulunduğu ortamda oturma, yirmi dört saat dünya ile meşgul olma. Bunlar varsa ne kadar zikir yapılırsa yapılsın, istenen faydayı sağlamaz.

Zikir çekilmezse kalbe Allah’ın (c.c) nuru gelmez. Ya ne gelir? Şeytanın vesvesesi gelir ve Allah’ı unutturuncaya kadar (vesvese) devam eder.

Virdini bir gün çekmeyen sofi, 90 gün geriye gider. Yani üç ay önceki hali ne ise o hale döner. Bir de ne az ne fazla, verilen sayıda çekmek lazım. İlacı az alırsanız faydası olmaz çok alırsanız zararı olur.

Sofi üç gün zikir çekmezse kalbi hasta olur. Beş–on gün, bir–iki–üç ay, dört ay zikir çekmezse kalbi (iyice) hasta olur ve ölür.

Zikir kalbin hakkıdır.

Kur’an okumak gibi ibadetler insana sevap kazandırır; ancak kalbin tedavisi zikirle olur. Lafza-i Cêlal zikri kalbi tedavi eder. “Uykum var, canım istemiyor, yorgunum” diyerek zikir çekmemek olmaz. Zikri devamlı, ara vermeden (her gün) ve yarım da bırakmadan gafletsiz çekmek lazım.

Vusulsüzlük, usulsüzlüktendir. Sadatların himmeti yanında, okyanuslar bir zerredir.

Nakşibendi Tarikâtı'nın gâyesi Allah'tır

Gavs-i Sâni Hz. buyurdu:

Geliverdiler cami içindeki divana, hepimizi topladıktan sonra, hemencecik önümüze oturuverdiler müthiş bir adab ile. Bir müddet mübarek gözlerini kapatıp öylece kaldılar. Ya Rabbi bu nasıl bir oturuş, bu nasıl bir adab? Biz kendi adab tutuşumuzdan hayâlar eyledik, başımız dizlerimizin üzerine düşüverdi. Mübarek gözlerini açtıklarında sanki bambaşka bir âlemden bakar gibiydiler ve sohbet buyurdular;

– ”Bu tarik-i âlânın gayesi Allah rızasıdır. Bu kapı sıddık kapısıdır. En büyük halifeden gelir Ebu Bekir-i Sıddık’tan. Çeşitli tarikler de vardır ama bu kapı ayrıdır. Mesela kadiri tarikatı Hz. Ali’den gelir.

Eskiden peygamberlere safi derlerdi, şimdi ise sizlere sofi diyorlar. Buradan geliyor yani sofi.

Her kim Allah rızası için hacca gitmeye niyet ederse ve giderse on hac sevabı yazılır. Ama gidemezse bir hac sevabı alır. Bir kişi sevap işlemeye niyet etse yapsa da yapmasa da yazılır. Ama günah öyle değil. Yaparsa yazılır, yapmazsa yazılmaz. Eskiden de peygamberlere Tevrat Zebur İncil geldi ama bu nimet sadece Allah resulüne verildi. Bu çok büyük bir nimettir.

Gaye Allah rızasıdır. Kişinin dünya telaşına düşmemesi gerekir. Ahiret için de para lazımdır. Bu para ameli salihtir. Kim ahiretin peşine düşerse dünya peşinden gelir. Kim dünyasının peşinden giderse ahiret peşinden gelmez. Onun için hatmeydi, virtti rabıtaydı, namazdı bunları yapmak gerekir.

Burada şeytan çok uğraşır. Hemen vesvese verir, kapılmayın. Bunun hakkında da ayet vardır. (Nas Suresi’ni üstüne basa basa okudu).

Bir insanın parası olsa başbakanın yanına ya da reisi cumhurun yanına gidebilir, ama parası olmasa kimse bırakmaz. Ahiret için de bu böyledir. Ameli salih olmazsa kimse sizin yanınıza varmaz, kimse size gözünü açmaz. Bir babanın ailesinin geçimini sağlaması için dünyada çalışması vaciptir. Evden çıktığında Allah rızası için bu vacibatı yerine getirmek için çalışması gerekir. O gün ne verilmişse ya da verilmemişse odur. Çalışması gerekir. Ve her iş için bir kaç dakika Allah rızası için niyet etmesi gerekir.

Bizim işimiz Allah rızasıdır. Bu tarik-i ala Resulullah’tandır. Biz sevaplarınıza ortağız günahlarınıza değiliz. Onun için dikkat edelim.

Dükkânlarda çalışırken cemaate önem verin. Baktınız ki iş aksıyor sırayla gidin olmazsa orada cemaat yapın ki cemaat çok önemlidir. Oruca bağlı bazı durumlarda (seferi olmak gibi) o oruç tutulmayabilir ama namaz öyle değildir. Öyle ki bir insan denizde boğuluyor olsa ama aklı başında olsa vakit geçecek olsa o kişi o namazı kılmak zorundadır. İma ile hal ile hareketlerle namazını kılması gerekir.

Gavs Hz.leri buyuruyor ki insanoğlu çok ahmaktır. Bir kişi deliği gösterip o delikten yılan çıkacak dese insan elini o deliğe bile bile sokar mı? O kadar peygamber, 125.000 peygamber geldi uyardı ama yine de insan o deliğe parmağını sokuyor. Bunun için dikkat etmek gerekir.

Gaye Allah rızası için olması gerekir. Sevabın bile şartları vardır. Nasıl ki abdestin namazın şartları vardır, kabul olması için. Öyle… Ama günahın yoktur, hemen yazılır… Allah Teâlâ sizleri sevmiş bu kapıda hizmetçi yapmış,  niyetiniz Allah rızası için olsun. Ki namazlarınıza, hatmenize, virdinize, rabıtanıza dikkat edin. Niyetinize dikkat edin, bozmayın. Şahsınıza söylemiyorum, siz gidersiniz başkası gönderilir. Biz sizden razıyız, inşallah Allah da sizden razı olsun. Allah gönlünüze dünya sevgisini sokmasın. Allah yardımcınız olsun.

Kim bir işe ortak olur da on milyon kazanır, beş milyon birine beş milyon diğerine verilir. Ama Allah rızası için olan amellerde öyle değildir. On milyon size verilir, on milyon bize verilir. Hiç azalmaz, ta Resulullah’a kadar gider. Biz amellerinize sevaplarınıza ortağız, günahlarınıza değiliz. Bir insan yüz sene yaşamaz bu devirde. Ama yaşadığını varsay. On beş yıl çocukluğuna gider hiçbir şey anlamaz. Geriye ne kalır 85. Onun yarısını da uyuyarak geçirir, kalır otuz (Molla Gıyas içeri girdi. Ona 85’in yarısını sordu. Molla Gıyas da bocaladı biraz. Sofilerden biri 42 civarı dedi. Sonra mübarek bize dönerek; ‘Biz dünya işlerinden anlamayız, sizler bu işi yaptığınız için daha iyi bilirsiniz hesap işini’ dedi) boş geçirmemek lazım.

Bu tarik-i ala gemdir. Hani atı ahırda beslersiniz, o at yetişir beslenir çok güçlü kuvvetli olur. O atı dışarı çıkardığınızda o ata ağzından gem vurmazsanız o sizi parçalar. Size saldırır. Siz de dünyada bu ipi sağlam tutun ki kaybolmayın, saldırmasın, yoksa parçalar.

Nakşibendi Tarikâtı'nın gâyesi Allah'tır

Gavs-i Sâni Hz. buyurdu:

Gavs (Abdulhakim el-Hüseyni - K.S.A.) bir sohbetlerinde buyurdular ki:

Bir zamanlar bir ağa varmış. Dokuz–on günlük mesafedeki bir şeyhi ziyaret edip duasını almayı murad etmiş ve kalkıp yola koyulmuş. Nihayet şeyhin huzuruna varmış. Kendini takdim ederek ben falan memleketten falan ağayım. Duanızı almak için huzurunuza geldim. Lütfen bana dua ediniz, diyerek dua talebinde bulunmuş.

Şeyh cevaben, “Allah canını alsın. Allah seni dünya yüzünde bırakmasın. Tez canını alsın ki, çabuk nail olup gidesin” diyor. Ağa şaşırıyor. “Efendim, ben buralara kadar duanızı almak için geldim. Sen ise bana beddua ediyorsun” diyor. Şeyh: “Hayır, hayır oğul, ben sana beddua etmiyorum. Sana dua ediyorum. Senin dünyada kalışın zararınadır. Dünyada kaldığın müddetçe zulüm ve hakaretine devam edeceksin. Onun için benim sana söylediklerim aslında sana dua mahiyetindedir. Sen de benden dua talep etmiyor muydun? Senin dünyada fazla kalıp günahını çoğaltarak, kıyamette perişan olmanı istemediğimden sana bu duada bulundum” buyuruyor.

Evet işin aslı böyledir, insan dünyada çok kalıp da Allah’ın rızasını tahsil için az çalışırsa, böyle kimsenin kalmasından ise gitmesi daha iyidir. Rabbü’l-Âlemîn insanı dünyaya, âhiret için çalışıp büyük menfaatler temin etsin diye göndermiş. Onun için de âhirette büyük mükâfatlar hazırlamış insanlara. Cenneti hazırlamış, Cemalullah’ı hazırlamış insana. Dünyaya da insanı, bunları kazanabilmesi için göndermiş. Rabbü’l-Âlemîn dünyayı, emrine muhalefet edilsin (namaz kılınmasın, zulüm edilsin, haram mal yenilsin) diye yaratmamıştır. Keyf ve sefa sürülsün diye de dünyayı halk etmemiştir. Eğer dünyayı keyif ve sefa için halk etmiş olsaydı, onu harap etmezdi, Rabbü’l-Âlemîn. Zevâli olmazdı dünyanın. İnsan, onun içinde ebedî olarak kalırdı. İhtiyarlık ve hastalık da olmazdı. Kışın sıcağı, yazın soğuğu olmaması icab ederdi.

Eğer dünya ebedî olmuş olsaydı, Öyle bir hâl üzere olması icab ederdi ki; insan, içinde devamlı keyif ve sefa üzere bulunurdu. Halbuki hiç de öyle değil. Demek ki dünyayı bunlar için yaratmadı Rabbü’l–  Âlemin. Zâtını tanısınlar diye, emrine uysunlar diye yarattı dünyayı. Yani dünyayı bir imtihan sahası olarak yarattı Rabbü’l-Âlemîn. İnsanları tecrübe etmek için halk etti. Öyle ise Allah’ın mahlûkları arasında; yüzünü Allah’a döndürmeyen, namazını kılmayan, orucunu tutmayan, dünyaya kapılıp da Allah’tan hiç haberi olmayan insandan daha ahmak bir yaratık bulmak mümkün olamaz. Bugün için dünya keyif ve sefasında ise, bedeninin rahat ve huzuru yerinde ise, bu böyle devam etmez. Sonunda ölüp yerin altına girecek, vücudu çürüyüp gidecektir. Ne zaman ki dünyadan nakil olup giderse o zaman gerçekleri görecektir. İnsan akıllı olmalı, aklını başına toplamalı, bu dünya hayatının ebedî olmadığını, dünyanın harap olup, insanın Haşir’de Rabbü’1-Âlemîn’in huzurunda toplanacağını, yaptıklarından Rabbü’l-Âlemin’in hesap soracağını düşünmelidir. Öleceğimizi, sonra dirilip Haşir’de toplanacağımızı Rabbü’l-Âlemin haşrın bir örneğini senede bir defa nebatat üzerinde göstermektedir. Otların, ağaçların, buğday ve arpa gibi hububatın bilcümle nebatatın senede bir defa kıyametini koparıp, sonra haşrini yapmaktadır.

Evet kuruyan otlar, senede birkaç gün yağmur yağmasıyla yavaş yavaş yeşermekte, hayat bulmakta, büyümekte ve kemâle ermektedir. Kemâle ermesinden sonra sararıp solmakta, esen kuvvetli bir rüzgârla dağılıp her bir parçası bir yere gitmektedir. Yerin altında sabit kalan kökü yeni bahar geldiğinde Rabbü’l-Âlemîn’in inzal ettiği yağmurlarla tekrar hayat bulup başını topraktan çıkarmakta, yavaş yavaş eskisi gibi büyüyüp kemâle ermektedir. Aynen eski hâlini almasıyla, bir evvel seneki durumunu, şeklini, muhafaza etmesi ile, eskisinden hiç fark edilmemektedir. İnsanın durumu da aynen böyledir. Otların dağılıp tekrar hayat bulması gibi, insan da öldükten sonra bütün kemikleri çürümekte, etleri dağılmakta, toprağa karışmaktadır. Fakat insanın kökü mesabesinde olan, asla çürümeyen esas (us-us) kemiği, toprağın altında kalan nebatatın kökleri gibi hiçbir şey olmadan kalır, tâ sûr üfleninceye kadar (*). O zaman tekrar hayat bulup hayy olur. İsrafil isimli meleğin elinde kaval şeklinde olan bu sûru İsrafil (A.S.) ağzına götürmüş vaziyette, üflemeye hazır olarak emir beklemektedir. Kitaplarımız sûra üç defa üfürüleceğini haber vermektedir. Birinci sûr insanları korkutmak içindir. Ondan çıkan müthiş bir ses insanları o kadar korkutacak ki hamile kadınlar korkularından çocuklarını zayi edecekler. Emzikli kadınlar yavrularını emzirmekte oldukları halde atacaklar. Denizler bile o sesin dehşetinden coşup yataklarından taşacak. İkinci sûra üfürüldüğünde bütün mahlûkat helak olup ölecekler.

İnsanlardan, cinlerden meleklerden geriye hiç kimse kalmayacak. Ancak Azrail, Cebrail, İsrafil, Mikâil ve Şeytan müstesna. Daha sonra Rabbü’l-Âlemîn Azrail’e Şeytan’ın da canını almasını emredecek. Şeytan kaçmaya çalışacak. Azrail kovalayacak, şeytan kaçacak, kurtulamayacağını anlayınca yerin altına girip gizlenmeye çalışacak. Azrail orada da kovalayacak, kurtulamayacağını anlayınca şeytan bu sefer gökyüzüne kaçıp kurtuluş çareleri arayacak. Fakat Azrail arkasını bırakmayacak. Gökyüzünde yakalayıp canını almak için kovalayacak. Şeytan son çare olarak kurtuluşu denizlerde bulacak. Denizlere iltica edip gizlenecek. Azrail (A.S.) çok aradığı halde bulamayacak. Rabbü’l-Âlemîn’e iltica edip, Yarabbi ben bulmaktan aciz kaldım, ne emir ediyorsunuz diye arz edecek. Rabbü’l-Âlemîn Azrail’e “Cehenneme git, Cehennem bekçisi Mâlik’i gör, sana yetmiş bin tane Cehennem köpeği versin, onlarla şeytana bak, ara bul!” diye ferman edince Azrail hemen Cehennemden yetmiş bin köpek alıp şeytanın arkasına salacak. Fakat yetmiş bin Cehennem köpeği de şeytanı bulamayınca, Azrail tekrar Rabbü’l-Âlemîn’e arz edip almış olduğu emirle Cehennemden yetmiş bin köpek daha. alıp şeytanı arayacak. Yine de bulması ve yakalanması mümkün olamayacak. Bir defa daha Rabbü’l-Âlemin’e iltica ederek durumu arz edecek, almış olduğu yeni bir emirle, Cehennemden üçüncü defa yetmiş bin köpek çıkararak şeytanın peşine salacak, artık şeytan kurtuluş yolu bulamayınca kendini Hazret-i Adem’in mezarına atarak yüzü koyun secde edercesine Hazret-i Adem’ in mezarına kapaklanacak, bütün köpekler üstüne üşüşecek ve Azrail yetişecek. Bakacak ki şeytan Hazret-i Adem’in mezarına kapanmış. Diyecek ki: “Ey mel’un Allah (C.C.) emrettiği zaman secde etmedin de şimdi mi secde ediyorsun?” Şeytan, “Hayır ben şimdi secde etmiyorum. Ben nerede ne zaman secde ettim ki?” diye cevap verecek, Azrail, “İşte baksana başını Adem’in mezarına koymuş secde etmişsin, başını kaldırınca, Azrail derhal vurup ruhunu alacak ve Cehennem Mâlik’ine teslim edecek. Şeytanın canını alırken, şeytandan öyle bir nara, öyle bir ses çıkacak ki, şayet insanlar sağ olsalardı o sesin dehşetinden hepsi helak olurlardı.

Daha sonra Rabbü’l-Âlemîn Azrail’e diğer meleklerin de canını almasını bildirecek. Azrail emri yerine getirecek. Geriye bir tek Azrail (A.S.) kalacak. Rabbü’l-Âlemîn ona da “Öl!” diye emredince Azrail hemen orada ölüverecek. Rabbü’l-Âlemin’in Zatından başka hiçbir şey kalmayacak. Aradan bir zaman geçtikten sonra, Rabbü’l-Âlemîn İsrafil’i sûra üfürmesi için tekrar diriltecek. Daha sonra Arş-ı Âlâ altında bulunan (insan menisine benzeyen) su, hayat denizinden kırk gün müddetle yeryüzüne sağanak halinde yağacak. İnsan kökü sayılan çürüyüp dağılmamış olan 'usus kemiği' (*), otun büyüyüp boy atıp yeryüzüne fışkırması gibi kırk gün içinde boy atıp vücud bulup kemâle erecek. Daha evvelden diriltilmiş olan İsrafil, bütün mahlûkatın ruhlarının içinde bulunduğu sûra üfürünce, ruhlar çıkıp dağılacak. Her ruh kendi cesedini bulup içine girecek. O zaman uykudaki bir insanın uyanması gibi insanlar dirilecek. Bu diriliş bir odada uyumakta olan birkaç kişiye seslenildiği zaman nasıl hepsi birden uyanırsa, aynen onun gibi insanlar bir defada dirilecekler. Yeniden diriltildikten sonra, Rabbü’l-Âlemîn’in halk edeceği bir ateş bütün insanları ve melekleri kuşatıp önüne katarak mahşer yerine getirecek.

Hâşâ, bunlar Rabbü’l-Âlemîn’in yanında zor değildir, insanı tekrar bir tohumdan halk etmesi hiç de Rabbü’l-Âlemîn’e zor olmaz, İnsanları bir damla meniden halk etmesinin zor olmadığı gibi. Evet insanı bir damla sudan hâlk etti. O bir damla su ana rahmine dökülünce orada kan oldu, kana inkilâp etti. Rabbü’l-Âlemîn o kandan kemik meydana getirdi. Daha sonra kemiklere et sardı. Et parçası haline gelen insan teninde göz, kulak, el, ayak, ağız meydana getirdi. Zamanla, onu da inkişaf ettirerek vücud teşekkül ettirdi, Daha sonra ruh verdiği o vücud, dokuz ayda ana rahminde canlı olarak kalıp nihayet dünyaya gelmesine müsaade edildi. Şimdi yeniden diriliş mi zordur? Yoksa darı tanesi gibi olan insan tohumuna hayat vermek mi zordur? Şüphesiz ki insan vücudunun hiç yoktan meydana getirilmesi daha zordur. Fakat Allah’ın yanında zor hiçbir şey yoktur. İnsan akıllı olup aldanmamalıdır. İnsanın kurtuluşu, ancak samimî olarak Allah’a yönelmekle mümkündür.

(*) Us-üs, Acb-üz zeneb (kuyruk sokumu) da denilen küçük kemiktir. Her şeyin kuyruk dibi ve nihayeti. 'Fâtîha-i hilkat olan küçük kemik'  diye hadîs-i şerifte ismi geçen ve insanın kuyruk sokumundaki en küçük kemik olup hiç çürümez… Bahr-i mescur (mescur; Memlü. dolu) Arş altında bir deryadır. Buna bahr-i hayvan dahi derler. Hak Teâlâ ölüleri ba’setmek (diriltmek) murad edince o deryadan kırk gün, gece-gündüz yağdırır. Yerden nebat hâsıl olur gibi ölüler onunla dirilir. Ondan sonra Sûr nefholunur (Sûr'a üflenir), insanlar kabirlerden çıkarlar. Bahr-ı mencur'a Heykâîl adında bir melek müvekkeldir. Diğer melekler onun emrine tâbidir Heykâil çok muazzam bir melektir…

Gavs-i Sâni Hz.leri ile Dr. Ahmet Çağıl'ın Sohbeti

S: Sofiler birbirinin elini öpmekte veya mal kaçırır gibi elini dokundurup çekmektedir. Bu konudaki emr-i şerifiniz nedir?

C: İznimiz yok, adabsızlıktır.

S: Merkad-ı Şerif'in ziyaret adabı nasıldır?

C: Mürşidiniz önünüzde olacak ve rabıtayla gidecek. Yasin Fatiha ve İhlas okunacak.

S: Merkad-i Şerife manen pirimiz ile gittiğimize göre, Gavs ve Seyda Hazretlerinden pirimize bizim hakkımızda rica etmesini talep edebilir miyiz?

C: Evet

S: Kazaya kalmış namazı olan şahsın Evvabin veya Teheccüd namazlarını kaza namazı niyetiyle kılabilir mi?

C: Mollalara sor.

S: Hanefi mezhebinde olan sofiler kametten sonra ellerini kaldırarak ezan duası okuyabilir mi?

C: Okuyabilir.

S: Dar gelirli sofiler için dergahta yardım toplanabilir mi?

C: Olabilir. Suiistimal olmayacak.

S: Menzile giden otobüs tamamen sofilerle dolu ise, otobüs hareket halindeyken kalbi zikir (vird) çekilebilir mi?

C: Kalbi zikir olmaz. Otobüste çekemez.

S: Amelini bitirmeyen sofiler Kelim-i Tevhid çekemiyor. Sofi olmayan kimseler Kelim-i Tevhid çekebilir mi?

C: Olmaz.

S: Vekil ne zamandan ne zamana kadar tövbe ve tarikatını tazelemelidir?

C: Sofi gibidir. Her zaman yapabilir.

S: Evvabin namazını kılmadan rabıta yapsa, sonradan aklına gelip, rabıtadan sonra Evvabin kılsa olur mu?

C: Bir şey olmaz.

S: İşi çok olan sofiler Evvabin namazını kılmadıklarını bildiriyorlar.

C: Adabsızlık olmaz. Sevab alamaz.

S: Otobüsten Menzil'e iner inmez seyyidlerimiz veya orada ikamet eden sofilerle karşılaşınca, seyyidlerimizin elini öpmek mecburiyeti hasıl olmaktadır. Duyduğumuza göre ilk defa mürşidin eli öpülür diyorlar. Bu durumda ne yapmamız lazım gelir?

C: Bir şey olmaz. Mahzuru yoktur.

S: Kalbi zikir yaparken; sekiz Fatiha'yı okuyup hediye ettikten ve beş yüz veya yedi yüz tesbih çekmeden önce virde ara verilse, Fatihalar yeniden okunacak ve virde yeniden başlanacak denilmektedir?

C:Fatihaları okuyup kalkarsa tekrar başa dönecek. Zikre başlayıp en az üç veya beş adet ALLAH derse kaldığı yerden devam eder.

S: Teypde kaside dinleyerek vird çekebilir mi?

C: Çekebilir.

S: Vird çekerken mazeretsiz olarak bir yere dayanmakta mahzur var mıdır?

C: Bir şey olmaz.

S: Akşam rabıtasında mürşidimizi hatırlayabildiğimiz en güzel şekilde rabıta yapabilir miyiz?

C: Size en güzel nasıl görünüyorsa öyle rabıta yapın.

S: Bazı dergahlarda Yasin-i şerif okunmaktadır izin almak gerekir mi miktarı ne kadar olmalıdır?

C: Vird haline getirmeksizin olabilir (miktar söylemediler)

S. Vekil amme ve mülk surelerini ezbere bilmiyor fakat hatme-i hacegan duasını ezbere biliyor. Sofilerin içinde hatme-i hacegan duasını ezbere bile var ise hatmeyi kim idare eder.

C: Bilen.

S: Askerlikte tesbih çekemeyen sofiler ne yapmalıdır?

C: Fırsat buldukça çekmelidir.

S: Seyyid olmayıp da seyyidim diyene nasıl davranmalıdır?

C: Peygamber Efendimizin (Alehisselâm) hatırı için idare edin.

S: Cezbeli sofilerin imamlık yapmaları olur mu?

C: Tutabiliyorsa iyi olur. Mümkün değilse imamlık yapmasın.

S: Camiye gitmeksizin dergahlarda sofilerle cemaat olunup namaz kılınabilir mi?

C: Cami iyidir. Fitne olmaz ise dergahlarda kılınabilir.

S: Telefonla usta sofilere tevbe verilebilir mi sekiz şart adabı anlatılabilir mi?

C: Hayır

S: Vekiller sofilerin virdini azaltabilir mi?

C: Azaltabilir.

S: Hatme-i Hâcegânı idare edenin abdesti bozulursa ne lazım gelir?

C: Silsile başlamamış ise yerine birini oturtur. Silsile başlamış ise devam eder.

S: Hanefi mezhebinde olan sofiler mutabaat niyeti ile evlerinde veya dergahlarda çorapsız namaz kılabilirler mi?

C: Her sofi kendi mezhebine göre amel etmelidir.

S: Camilerde salat-u selam getirilirken sofiler buna katılabilir mi?

C: Sessizce katılabilirler.

S:Hanefi mezhebinde olan sofiler, mutabaat niyetiyle, beş vakit namazda Saadat'ın tesbihatını uygulayabilirler mi?

C: Uygulayabilir. Evet.

S: Herhangi bir sofi herhangi bir vekile (ben tesbihimi çekemiyorum, tesbihimi geri al) dese; ne yapmak lazım gelir?

C: Mümkünse çeksin, bu durumda vekil tedbir alır.

S: Yeni sofiler, yeni vekiller; usta sofilerden, usta vekillerden sıra bulup, Sadat'a söyleyecekleri konuları söyleyememekten şikayetçidirler?

C: Zikir ile ilgili soruları vekillere arz edebilirler.

S: Abdestsiz rabıta yapılabilir mi?

C: Normal rabıtalar olur. Akşam rabıtaları hariç.

S: Menzile giderken veya Menzil'den dönerken Şanlı Urfa ve Konya'ya ziyaretler olabilir mi?

C: Dönüşte izin alarak gidebilir.

Mübarek Sözlerinden;

– "Sükutumuzdan anlamayan, sohbetimizi hiç anlayamaz...Söz ile olsaydı, bu işi herkese söylerdik..."

– "Herkesin bir siyaseti vardır... Bizim siyasetimiz, siyasete karışmamaktır... Bu da ayrı bir siyasettir"

– "Siz birbirinizi ALLAH için severseniz, Gayretullah da zuhur eder, ALLAH da sizleri sever..."

– "Siz bizi sevemezsiniz... Biz sizi seviyoruz ki, bizi seviyorsunuz..."

– "Nerede Hatme varsa, Oraya gidin... Biz dört taraftan oradayız..."

– "Hatme ve sohbeti ihmal etmeyiniz..."

– "Hakiki Muhabbeti olan, müridlerde hata görmez..."

– "Aldığınız ücretin üçte ikisinin gideceğini bilseniz dahi, temiz su için..."

– "Kapımızdan gidiyorsunuz, ama defterden silinmiyorsunuz..."

– "İdare ilmini öğrenin..."

– "Himmetin de bir zamanı vardır..."

– "Kalbin gıdası ise Virddir... Bu Virdlerin kıymeti her zaman anlaşılır..."

– "Sizler hatmede ve sohbette iken, dünya ve ahiret işlerinizi bizzat Cenab-ı HAKK hal ediyor..."

– "Sohbetlerimizde edebinizi ve muhabbetinizi koruyun...”

– "Alimler, hacılar, hocalar kolay kolay teslim olmazlar, teslim olunca da bu yolu bırakmazlar..."

– "Uzak yollardan geliyorsunuz... Zahmet çekiyorsunuz. Yoruluyorsunuz. Vermezsek bize yazık, alamazsanız size yazık..."

– "Erken yatmak ve erken kalkmak dünya ve ahiret için faydalıdır..."

– "Eğri ayağa, eğri ayakkabı yaparlar..."

– "Evliyalar şahsına bir kötülük ettiler mi, üzülmezler... Fakat Allah-u Teâlâ râzı olmaz..."

– "Bizim sulbümüzden gelen değil, bizim yolumuzdan giden evlâdımızdır..."

– "Bizim müridlerimiz, altın gibi değerlidirler... Her yerde tanınırlar..."

– "Biz, dünya ve ahirette maddi ve manevi işlerinizde sizlerle beraberiz..."

– "Biz, değil müridlerimize, onların kapısındaki kedisine, köpeğine bile sahip çıkarız..."

– "Bizim bir gözümüz daha vardır, onu da Cenab-ı Hak nasip etmiş..."

– "Müridlerimizin uzaklığı yakınlığı, bizlere yoktur, her an onlarla beraberiz..."

– "Biz, Allah-u Teâlâ'nın ipine sarılmışız ki, sizler bizlere sarılıyorsunuz..."

– "Musibetlerde sabırlı olmanın sonu yokluktur... Yok olana taş değmez..."

– "Sol el ile yemek haramdır... Onu da görmek mekruhtur..."

– "Biz kabul ettiğimizi yedi göbek yukarıdan, yedi göbek aşağıdan kabul ederiz..."

– "Nakşibendi sultanlarının ellerinin nereye uzandığını bilebilseydik kapılarından bir an bile ayrılmazdık."

Sohbet ve asıl mesele

Gavs-i Sâni Hz. buyurdu:

Sohbet bir eğlencedir. Nasıl ki üç-dört yaşındaki çocukları lafla eğlendirirler, mükafatlandırırlar veya kandırırlar ise sohbette büyükleri; cennetten bahsedip neşelendirmek, cehennemden bahsedip korkutmak içindir. Salikleri başlangıçta tarikata alıştırmak için sohbet yapılır. Esasta, hakiki Nakşibendi tarikatında sohbet yoktu, sonraları bir rükün mesabesinde olan sohbete Sadat-ı Nakşibendi çok fazla kıymet vermemişlerdir. İrşad sohbetle değil manevi tasarruf iledir. Şayet irşad sohbetle olsaydı, binlerce vaiz, hatip ve konuşması güzel kimselerin birer mürşid olup irşad makamında oturmaları icab ederdi. Tam tersine, Gavsi Hizani gibi zatların çok az sohbetle çok geniş kitleleri irşad etmeleri irşadın zahiri sözle değil, batınî olan manevî tasarrufla olduğunun işaretidir. Sohbet ise manevî tasarrufa zemin hazırlayan, talipte alma gücünü kuvvetlendiren bir araçtır. Zaten bu zamanın insanlarını sadatın himmeti ve manevî tasarrufu olmadan düzeltmek çok zordur. Çünkü fesad çoğalmış, her tarafı zorluk ve günahlar sarmıştır. İnsanın bunlara karşı direnme gücü olmadığı için Nakşibendiyye tasarrufu ve himmeti olmaksızın Allah'ın yolunu tutmak mümkün olmaz.

Eskiden insana nefs ve şeytan düşman iken şimdi bütün âlem insanın dinine ve imanına düşman olmuştur. Bunlarla ancak Nakşibendi silsilesinin himmeti ve manevi kuvvetiyle mücadele edilebilir. İsteklilerin; Nakşibendî Tarikatı Pakistan'da, Hindistan'da, Yemen'de bile olsa hiç durmadan oralara koşup tarikata intisap etmeleri icab ederdi. Allah dostluğunu kazanmak isteyenler bu tarikâtın ne kadar faydalı olduğunu çok iyi bilirler. Nakşibendi Tarikâtı'nda ve diğer tarikatlarda tek gaye Allah'ın rızasını kazanmaktır. Peygamberin (s.a.v.) şeriatına tam ittiba ederek... Şu husus bilinmelidir; maksud tarikât değil Allah'ın zatı, Allah'ın dostluğudur. Allah'ın rızası kazanılınca insanda hiçbir noksanlık kalmaz, dünya ve ahiretin iyilikleri ona verilir. Dünyadaki mükafatlardan daha önemlisi ahiret hayatındaki güzelliklerdir; ebedi olarak rahat, huzur, saâdet ve nihayet Cemalullah'a kavuşmaktır.





























Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

En Çok Okunan Yazılar